Anayoldan çıkıyoruz... Dar, tozlu bir tali yolda ilerliyoruz. Arabanın içinde tıngır mıngır sallanırken, oğlumun şaşkınlığını dikiz aynasından görebiliyorum. Yolun yanlarındaki dikenli çalılıklardan mı, yoksa çıkan tozdan mı rahatsız olup camı kapatıyor, anlayamıyorum.
- Anne daha çok var mı?
- Gelmek üzereyiz. Merak ettiğini biliyorum. Seveceğini de...
Ve işte Teos Sanat Kampı levhası ve hemen yanında geniş bir bahçe kapısı. Bu kapıdan arabamızla geçiyoruz. Belirli günlerde sanatseverlerin buluştuğu farklı bir mekan burası. Ama asıl varmak istediğimiz hedefimiz biraz daha ilerde. Ve sonunda geldik. Karşımızda Mona Camping.
İşte iki yıl önce geldiğim, çok beğenip eğlendiğim, ateş başında kahkahalarla güldüğüm hatıralarımdaki enteresan yerdeyiz. O efsanevi rengarenk karavanlar karşımızda. Otel odası konforunda ama dışarda, doğanın içinde... Bir hayli hoş bir görüntü; yumuşacık, tertemiz nevresimlerden uyanıp bir adım atmamızla ağustos böceklerinin, yan bahçedeki kuzuların, buzağıların sesleri sarıyor etrafımızı, mis gibi çimen ve doğa kokusu ile birlikte...
Şehrin gürültüsünden uzak ama evinin konforu tadında. Üstelik dört tane de büyük otağı şeklinde çadır da eklenmiş bu sene. İçinde kocaman çift kişilik yatakları olan ve Orta Asya kültürünü andıran.
Burayı oğlumun da görmesini bu manzaraya şahitlik etmesini istiyorum. Eğlenmesini, özgürce koşturup, doğaya dokunmasını.....
Önceden rezervasyon yaptırdığımız karavanın önüne geliyoruz. Kapının yanındaki eski gramofon plağı üzerine ismimizi yazıyor Kıvanç Bey! Buranın ilk kuralı bu.
Benim çok sevdiğim bir kural. Konaklayanların ismi kapıda yazıyor. Ne tatlı , di mi? Daha eşyalarımızı indirmeden komşu karavandaki Zeynep'le arkadaş oluyor oğlum. Onlar oynayadursun ben biraz daha anlatayım burayı. Her karavanın önünde verandası var. Ve bu verandada bir salıncak, bir masa ve iki sandalye bulunuyor. Hemen önünde de mangal yeri. Kişisel ateş yakılabileceği gibi kampın büyük alanında da her akşam görkemli bir ışık şöleni oluyor. Ki benim asıl sevdiğim yer, burası. Kamp ateşinin başında, Vampir Kim? oyununu asla unutamam. Hiç bu kadar eğlendiğim bir oyun hatırlamıyorum. Ancak bunda en büyük rolü Kıvanç Bey ve İlaynur Hanım üstleniyor. İki yakın arkadaş olan bu güzel insanlar, asıl işleri rehberlikten istifa edip burayı açmış; çok da iyi etmiş. İkisi de mütevazi, hoşgörülü ve ilgili kamp sahipleridir.
Ben bavullarımızı indirip eşyalarımızı yerleştiriyorum. 15 günlük Ege yolculuğumuzun 4. günündeyiz aslında. En fazla iki gece konaklama yaptığımızdan, en büyük iş; eşya indirip bindirmekte. Ancak erişilen huzura, sahip olunan keyfe ve eğlenceye değiyor doğrusu. Mona Kafe'de bir şeyler atıştırarak, ilk akşamımızı salıncakta kitap okuyarak geçiriyoruz.
Ertesi gün Sığacık'ın, o en güzel Akkum sahilindeki Mukka Beach Clup Teos'ta alıyoruz soluğu.
En sevdiğim mor renge bürünmüş olan beach, daha çok yetişkinlere göre dizayn edilmiş. Küçük çocuğunuz yoksa çok rahat edersiniz bizim gibi. Ama benim, ertesi gün keşfedip geldiğim hemen yanındaki Akkum Beach çok daha keyifli. İncecik kumu olan bu mekanda hem giriş ücretleri daha makul hem güneşlenirken, uzatsanız ayağınız suyu hissedebilir.
Gelelim kampta ilk ateş yakmaya. Neyse ki komşularımız bu işi bizim için kolaylaştırıp, yemeğe davet ediyorlar bizi. Çocukların da gülüp eğlendiği mangal partisinden sonra ana kamp ateşinin başına geçiyoruz elimizdeki içeceklerle. Kıvanç Bey ve İlaynur Hanımın tatlı sohbeti alıp götürüyor bizleri. Çıt çıt ateş sesi, cırcır böcekleri ve ılık meltem çok iyi geliyor.
Biraz da oğlumla baş başa kalayım diye kendi verandamıza geçiyoruz. Ben oturuyorum salıncağın bir köşesine, o başını dizlerime koyup uzanıyor. Üzerine bir battaniye ile örtüp, bir yandan başını okşarken bir yandan da masal anlatıyorum ona, hafif hafif salınırken. Ara ara biramı yudumlarken, ay tutulmasına takılıyor gözüm. Hava tertemiz, gökyüzü çok net. Dudaklarım hala bir şeyler mırıldanıyor. Nefesi değişen oğlumun yüzüne bakıyorum; uyumuş. Sallanmaya devam ederek hayallerin rengine bırakıyorum kendimi...
Ertesi gün eşyamızı toplayıp ayrılmadan önce tavsiye üzerine Maya Bahçe'ye uğruyoruz kahvaltı için. Ama nasıl tatlı bir yer! Organik ürünlerle kahvaltı sunuluyor. Zaten siz de bahçeyi gezip dolaşabiliyorsunuz. Kahvaltıda keçi sütü, peyniri ve diğer ürünleri de mevcut. Süt reçeli bile var. Ve hatta ev yapımı kompostosunu da ekleyelim. Üstelik fonda çalan İRON&WİNE müzikleri eşliğinde, incir ve dut ağacı altında, o leziz ürünleri tatmak çok keyifli. Şiddetle tavsiye ederim.
Hem gözünüze hem damağınıza hitap edeceğinden eminim. Ve tam buradan ayrılıyorduk ki, ne görelim! Aman ALLAHIM! Bir muhteşem yer daha! Tek kelime ile bayıldım. Bırakıp gidemiyorum da. Oğlum da çok sevdi. Kalmamız için ısrar ediyor. Ya nasıl harika bir yer... Kelimeler yetersiz anlatmaya.
Yine de biraz anlatmaya çalışırsak, adından başlayalım: Moonlight Bungalows. Anlaşılacağı üzere tekerlekler üzerine kurulmuş ahşap bungalowlar bunlar. Önünde verandası, içinde banyosu ve mutfağı olan minik tek odalı evler. Üstelik mutfağında da aradığınız her çeşit bardak mevcut. Hem de hepsi ya cam ya da seramik. Tıpkı olmasını istediğiniz gibi. Minik ama kullanışlı. Balkonun, manzaranın ve ortamın güzelliğinden bahsetmeden önce çok küçük ama baştan çıkarıcı bir detaydan bahsetmek istiyorum. Paletlerden yapılmış, tertemiz çarşafı ve yumuşacık yatağımızın üzerinde tavanda bir pencere mevcut. Küçük iki perdesini yana açınca yıldızların altında hayaller kurarak uyumanın keyfi de bir başka. Tabi ki mutluluk, keyif ve temiz hava çarpıp da bir kaç saniyede uyumazsanız.
Mehmet Bey alanı, bahçeyi ve Bungalowları gezdirdikten sonra rezervasyonumuz olduğundan çok sevdiğim Alaçatı'ya doğru yola çıkıyoruz. Ama ayrılmadan önce dönme sözü vererek tabi. Kavuşmayı dört gözle beklediğim Alaçatı maceralarını da başka yazılara bırakarak atlıyorum. Biz sözümüzü tutup bir heves tekrar Sığacık'a dönüyoruz. Bir çırpıda bitirdiğimiz yolculuğumuzun sonunda arabamızı park ederek bir heves koşuyoruz bungolawumuza. Banu Hanım karşılıyor bizi. Çok sevimli, nazik ve güler yüzlü bir hanımefendi kendisi. Mehmet Bey'in eşi Ela'nın da annesi olur. Lafın kısası burada da Ali Çınar'ın çok tatlı bir arkadaşı oluyor. Kısa bir sohbetten sonra kaynaşıyoruz Banu Hanım ve Mehmet Beyle. Öyle ki Milos Meyhanesinde akşam yemeği için sözleşiyoruz. Ve yakışıklı oğlumla, o tadına doyamadığım Akkum Beach'te alıyouz soluğu. Ama bu sefer yanımızda Ela da var.
Daha keyifli bir gün oluyor bizim için. Dönüşte eğlenceli müzikler eşliğinde, güle oynaya dönerken. tepeden bakıyorum da Sığacık'a..
Ne güzel, ne samimi, ne muazzam bir yer burası böyle. Gün batımını hem buradan hem de marinadan seyretmek pek romantik. Zaten çok da büyük olmayan kasaba, tam bir Ege kasabası. En güzel gezilebilecek yeri Kale İçi denilen surlar arasında kalmış, dar sokakları minik evleri olan mahalle. Leziz meyhane ve restoranlarının yanı sıra kafeler de mevcut. Pazar günleri kurulan köy pazarında ev yapımı birçok ürün satılır. Reçellerden, peynirlere, böreklere, dolmalara, tatlılara kadar. Ege kasabası dedik ya, bol bol ot çeşidi de var elbette. Hele taze meyve ve sebzesi, civar köylerden geldiyse … Oh, mis.
Ata Demirer'in Olanlar Oldu filminin çekildiği yerdir, Sığacık. O filmden sonra belki daha da ünlenmiştir haklı olarak. Zira film karelerinden çok daha güzel görünen, sandalların ve teknelerin bağlandığı marinadan gün batımını izlemek pek keyifli.
Ve sinemada kurgunun en çok geçtiği Milos Meyhanesine geçiyoruz. Salkım salkım üzümlerinin olduğu bağın altında, anason kokarken sofralar, sohbet etmek, yeni dostlar edinmek, hayatta ender rastlanılacak anlardan. Biz de bu anı değerlendirip vuruyoruz sohbetin dibine. Öyle güzel öyle paydaş açılıyor ki konular, kadehler kalktıkça derinleşiyor mevzuular. Ve gecenin sonunda ummadığımız bir frekans yakalamış, samimiyetimizi arttırmış olarak, Hanım ve Beyleri de atarak kalkıyoruz masadan.
Güzel bir dostluğun arifesinde, gecesini merak ettiğimiz bungalowumuza dönüyoruz. Oğlumu yatırır yatırmaz tavan penceresinin perdesini açıyorum. Ooo, ışıl ışıl, sayamayacak kadar çok yıldızla dolu gökyüzü. Uzanıp adlarını tahmin etmeye çalışırken, teslim oluyorum uykuya. Huzurlu, güvende ve mutlu uyuyorum. Belki de en çok da özgür! Zamanı kovalamadan, plan yapmadan, eve istediği saatte dönmenin ve oğlumun mis gibi kokusunda uyumanın özgürlüğü!...
Dinlenmiş ve keyifli uyanıyoruz ertesi sabah. Yeni bir Rota için toparlanıp hazırlanırken şöyle bir düşünüyorum da; artık Sığacık çok daha özel bir yer oldu benim için. Muhteşem bir tatil kasabası olmasının yanı sıra Mona Camping, Moonlight Bungalows ve Maya Bahçe derdim sanırım, bana burayı özetle deseler.
Beni çocukluğuma götüren koku ve temalarıyla yaza tekrar buluşmak dileğiyle...
Muhteşem
Paylaşımlar ve etkileyici yazılarınız için teşekkürler, sizin rotanızı takip etmek çok heyecanlı olucak :)) hep tatlı dostluklar bulmanız dileğiyle..
Güzel paylaşımlarınız için teşekkürler,
Yazılarınızın sonlarına gittiğiniz yerlerdeki konaklama ücretlerini, yemek fiyatları gibi bilgilerinde dip not olarak paylaşırsanız güzergahınızı kullanacak olan diğer takipçileriniz veya paylaşımlarınızı okuyanlara fayda sağlayacağını düşünüyorum,
Довиждане