top of page

Samos'a gittiniz mi?

  • Yazarın fotoğrafı: nuray çalışkan
    nuray çalışkan
  • 2 May
  • 6 dakikada okunur

“Haftaya cuma sabahı, burada yani yanımda oluyorsun canım!”

 Hiç “Nasıl ve neden?” demeden “Tamam!” diyorum sadece ve hemen otobüs biletini alıyorum. Bir sürprizin olduğu belli.

Bu noktada Johnny Depp ve Angelina Jolie’nin Turist filmindeki tren sahnesi geliyor gözümün önüne. Ne demişti Angelie? Kadınlar kendilerine soru sorulmasından hoşlanmaz. Fazla iddialı laflardan da… O ayarı tutturmak zor olsa da sonuçta biletimi aldım ve gidiyorum.

  Kendinden emin ve plan yapmış bir insan özgüveniyle kurulmuştu cümleler. Demek ki bir gezi var görünürde, araştırma yapılmış, rezervasyonlar ayarlanmış, gidilecek yerlere bakılmış.

 Hayır, aslında bu işler benim kalemim. Şimdi başkasının organizasyonuna kendimi bırakmak çıplak gibi hissettiriyor ama aynı zamanda değerli ve heyecanlı. 

 Her olasılığa karşı hazırlanmış kabarık bavulumla perşembe gecesi geç bir vakitte Gebze’den Kuşadası’na giden otobüse biniyorum ve hoppp sabah oradayım. Otogarda özlem dolu bir buluşmanın ardından taksiyle Büyük Liman’a Ege Port’a gidiyoruz. 


 Sır perdesi yavaş yavaş aralanıyor. Belli ki vapur ya da feribotla bir yere gidilecek. Online aldığı biletleri check-in yaptırınca liman girişindeki gişede gerçek ortaya çıkıyor. İşte varış noktası Vathi Liman. Yani Samos, yani Yunanistan!  


 Canım benim ya… Yeşil pasaportuna yeni kavuşunca ilk yurtdışı seyahatini benimle planlamış. Bu noktada beni çok sevdiğini düşünmek istiyorum yoksa amaç tecrübemden, yabancı dilimden ve şoförlüğümden faydalanmak değildir umarım :)

 Feribota tam saatinde binip yola çıkıyoruz ve 45 dakikanın ardından Yunan topraklarındayız. Pasaport ve bagaj kontrollerinden sonra işte macera başlıyor.

Hızlıca ilk gördüğümüz araç kiralama şirketinden arabamızı alıp çıkıyoruz yola.


 Uzun ve sevimli kordonu olan Vathi’nin kıyısı boyunca sürüp yukarı ve adanın içine doğru oradan da güneye Pythagorion’a geçiyoruz. 


 Ünlü matematikçi, düşünür ve filozof Pisagor’un memleketi. Sayıların Babası bakalım nerede doğup yaşamış. 

 Yukarıdan şehre doğru inerken evlerin rengi ile kaynaşan deniz ve çiçek manzaraları dikkatimi çekiyor önce. Bahar mevsimine denk gelmemiz mükemmel. 


  İlk müsait bulduğumuz yere aracı bırakıp koşar adım sahil kenarına koşuyoruz. Güneşli, aydınlık, pırıl pırıl bir bir kıyı kasabası karşılıyor bizi.


Ama biz güzel bir restoran arıyoruz. Mevzu önemli, midemizden gelen zil seslerini bastırmak imkânsız. Tabi ki onların dediği olacak. Kahvaltı edeceğiz elbette ama önce bir kalamar yemeyelim mi? 

 Tam hayalini kurduğum restoran; hem güzel dekore edilmiş sıcacık hem de önünden denize giriliyor. Bu konsepte bayılıyorum. Remataki Restoran.


Günün ilk öğününe kalamarla başlamak çok sıra dışı olmayabilir ama eşlik etsin diye söylediğimiz biralar hiç normal değil :)

 Bugün de böyle olsun diyerek kaldırıyoruz kadehleri havaya… O zaman ilk yurt dışı seyahatine… (Beraber çıkılmış olan)


 Keyifle yenilen kalamar ve içilen biralardan sonra kahvaltı etmek için başka bir restorana geçiyoruz. Sanırım bu kahve altı atıştırmalıklar bizi daha çok acıktırıyor. O yüzden omlet söylemenin tam zamanı. 


 Kahvelerini kesinlikle sevmediğimi ama omletlerinin iyi olduğunu söyleyebilirim. Zaten yağda yumurta pişirmenin nesi zor olabilir ki…

Oturduğumuz yer mi? Summertime Cafe and Bar.

Artık sıra bu akşam kalacağımız yeri seçmekte.

Hepsi deniz kenarına açılan sokaklardan iç kısımlara doğru yürüyoruz. İlk gördüğümüz “Studios” tabelasının altındaki zile basıyoruz. Çıkan zayıfça kumral kadına gecelik ücreti soruyorum.

--Thirty Euro.   Diyor kadın. Bense telaffuzu yanlış anlayıp emin olmak için soruyorum;

--Twenty?  Kadınsa benim pazarlık yaptığımı düşünerek;

--Twenty five. Diyor. :)

--Ok.  Demekten başka şansım yok. Böylece 25 Euro’ya anlaşmış oluyoruz. Oysaki ben thirty de verirdim. 

  Pazarlıktan sonra odayı görelim bakalım neye yanlışlıkla pazarlık yapmışım.

Turunç bahçesine bakan balkonu olan çok tatlı bir oda. Üstelik benim sevdiğim renkler kullanılmış. Polikliniğimde olanlar; pembe ve yeşil.

 Eşyalarımızı bırakıp tekrar dışarı çıkıyoruz. Artık adanın diğer noktalarını da keşfetmeye hazırız.

Önce İreon’a sürüyoruz aracımızı. 

  Hem yakın hem sevimli bir sahil kasabası. Mavi ve beyazın kaynaştığı minik bir köy. Gökyüzü bile ayak uydurmuş buraya. Denizse yer ile gökü kucaklamış ana gibi. Üçü de birbirine karışmış. Yer nerde bitiyor, gök nerde başlıyor, deniz ne ara giriyor araya belli değil. Ton ton mavi ve beyaz. İşte o an elbisemi doğru seçmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum; Gökyüzü, deniz, kasaba ve ben… Mavinin elli tonu…


  E ikindi atıştırmalığı gelsin mi? Aklımızda planlanmış işaretlenmiş yerler olsa da sezon henüz açılmadığı için hepsinin kapalı olduğunu görmek epey üzüyor beni. Açık olan tek restorana girip tavuklu şiş ve Vergina bira söylüyoruz. İnanılmaz lezzetli buluyorum eti ve özellikle yanında gelen pideyi. Çalan tatlı Yunan müzikleri de arttırmış olabilir lezzeti. Tavsiye ediyorum burayı hem de şiddetli. To Kako ntourouni.


   Şimdi adanın daha içerisine, batısına ve yukarısına doğru gidelim. Güneşin eşsiz manzaralar ile güne veda ettiği noktaya.

  Giderken elektronik yol haritasına ayak uydurup yolu iki kez karıştırsak da tam vaktinde tepede oluyoruz. Bu esnada gördüğümüz teraslama üzün bağları ve efsane deniz manzaraları da cabası. Gökyüzüne doğru ilerlerken sonsuzluğa dokunma hissi ise tarifsiz… Zor ama keyifli bir yolculuk.


Şimdi sıra tadını çıkarmakta.

 Heh, getirin bakalım muskat şarabını, nasılmış bir görelim, bir tadalım. Yanına karidesli kinoa salatası efsane yakışır. Çok aç olmadığımıza göre yeni lezzetler hiç fena olmaz. Aman biz hiçbir tattan eksik kalmayalım :)



 Dağın her iki yanından güneş huzurla batıp yeşil ve mavide kırmızı tonlarında yansımasını bırakırken baharın neşeli, renkli ve mis kokulu kollarında yumuşacık pamuk gibi hissediyorum.

O manzaranın enfes koku, görüntü ve lezzet birleşimi damağımdaki tatla birleşince bir başka dönüyor başım. 


 Rüzgârda savrulan saçlarımın tenimi nazikçe okşamasının verdiği büyülü bir an. Gözlerime bir çocuğun bayram sabahı şeker bulmuş masum sevinci yerleşiyor. Bu anın, zamanın ve mekânın dışına taşıyor farkındalığım. Tam bir şükür sebebi. Belki de karşımdaki Çeşm-i nazda gizemi ve bilgeliği gördüğüm içindir bu bendeki cilve, bu naz, bu endam, bu keyif.


Sebep her ne ise beni zamanın ötesine taşımayı başarıyor. 

 Gelirken ayık kafa ile zar zor bulduğumuz yolu dönüşte şarkılar türküler eşliğinde bir çırpıda bitiriyoruz. Uzun ve derin bir uykunun ardından ise sabah yeni bir maceraya hazırız.

 Önce Art Kafede tavuklu ve yeşillikli Yunan krepimizi kahvemizle yiyip öyle vedalaşıyoruz Pythagorionla.


 Ve işte yeni kasabamız Kokkari ve yeni otelimiz Kokkari Social Club.

 Odaya girer girmez açtığım beyaz tül perdenin ardında efsane bir deniz varmış meğer. Turkuaz renkteki berrak su ile beyaz çakıl taşları nasıl da müthiş görünüyor. Hava bahar olmasa koşup denize atlayacağım. Yapar mıyım?

Göreceğiz… 


Sadece iki odası olan bu minicik butik otelin kocaman bir mutfağı varmış meğer. 

 Veranda oturup proseccomu yudumlarken yine eşsiz bir keyif ve mutlulukla birleşiyor duygularım.


Bunu deniz ürünlerinden oluşan tabak taçlandırıyor. Gözlerimiz bayram ederken midemiz duracak değildi ya…


 Sonra bütün bunların üstüne artan enerjimle havanın serinliğine suyun soğukluğuna aldırmadan koşup Ege’nin masmavi sularına bırakıyorum kendimi.


 Nasıl iyi geliyor anlatamam. Suyun kaldırma kuvveti ile bedenimi ileriye taşımak, hafifletiyor tüm ağırlığını düşüncelerimin ve kalbimdeki yüklerin. Tertemiz, yeniden doğmuş gibi bembeyaz bir sayfa…Yüklerinden, korkularından ve kaygılarından arınmış…Pirüpak bir dokunuş…

 Akşam gün batımı için Karlovasi’ye sürerken yine efsane yol manzaraları ile karşılaşıyoruz. Yolun keskin bir set ile bitip denizin başladığı o taşlar o kayalık bariyer kıvrıla kıvrıla ilerlerken yarışmayı bitirmiş bir finalist misali bir rahatlama hissi uyandırıyor.

 Bulutların arkasına gizlenmiş bu akşam güneş.

Onun sadece siluetini görüp çam kokusunu içimize çekiyoruz ve hızlıca otelimize dönüp tavernaya yetişiyoruz.

 Uzo-ahtapot ikilisi ve sirtaki ile bu geceyi de sonlandırıyoruz.


Dün gece ne kadar sessiz bir kıvanç ve mutluluk vardıysa bu akşam da o derece sesli bir eğlence ve aksiyon mevcut.


 Yorgun bedenlerimizi tertemiz bembeyaz çarşaflara bırakırken tatlı tatlı gülümsüyoruz.

 Ertesi gün önce muhteşem bir kahvaltımızı ediyoruz.


Ardından tekrar Karlovasi’den geçip dağın tepesinde kurulmuş Marathokampos’a gidiyoruz. Burayı görmeden gidemezdik. Köyün mimarisini, yerini ve şeklini İtalya’daki Nemi köyüne benzetiyorum. Aradaki tek fark o, göle bakıyor, bu, denize nazır!


 Hem de nasıl müthiş bir deniz manzarası! Kuş olup uçası geliyor insanın. Bakir çayırların ormanların üzerinden uçsuz bucaksız maviliklere doğru…

Hele beyaz papatyalar, sarı hardallar ve baharın binbir çeşit çiçek kokuları ile mest ola ola…


Müziğin bir rengi varsa kokunun da bir ritmi olmalı…

İnsanın tüm çocukluk notalarına basan…

En tatlı melodileri hatırlatan…

 Oradan köyün limanı olan Ormos Marathokampos’a geçiyoruz. Aman Allahım; tüm güzellikler buraya en sona saklanmış gibi. Fuşya begonviller, yeni açmış asma yaprakları, camgöbeği mavisi bir gökyüzü, ilkbahar yeşili deniz, usul usul salınan bembeyaz kayıklar…


İşte o an Cahit Külebi’nin Özgürlük şiiri gelir aklıma…

Eğer kuvvetim yetse benim

Rıhtıma koşarım yalınayak.

Halatlarını bütün gemilerin

Bıçağımla keserim.

Gemiler açılır salınarak,

Ben de artlarından bakarak

Gülerim,

Bütün kuvvetimle bağırarak,

Azat olun gemilerim, azat olun gemilerim!

 Restoranların önünde bol bol asılı ahtapotlar…Bahçelerinde şen kahkahalar, mutfaklarında leziz kokular…


Local adlı restoranın bahçesinde oturup yine karides ve ahtapot deniyoruz.


Sonra da kadeh kaldırıyoruz; hayata, tüm güzelliklerine ve ilklerimize!


Tam adadan ayrılacakken Mavi Sokak isimli meşhur yeri görmediğimizi hatırlayıp tekrar Phytagorion’a uğruyoruz. Mavinin tonlarına bulanmış sessiz sokakta biz de rutinimizi gerçekleştiriyoruz. 


Son olarak Pisagor teoreminin kaşifi, sayıların babası Pisagorun heykeli ile noktalıyoruz bu serüveni.


Yunan lezzetleri ve müziklerini, baharın mis kokuları ve renklerin ahengi ile birleştirip eşsiz bir deneyim ve hatıra ile ayrılıyoruz Samos’tan! 

Sıradaki yolculukta buluşmak dileğiyle 

 

Comments


KCAP5934_edited.jpg
About Me

 SEYAHAT etmek bir çoğumuzun hayali! Yeni yerler görmek, yeni tatlar tatmak, yeni hikayeler, yeni dostluklar...Bunları yaparken yeni maceralar, aksilikler ve ya şanslar, denk gelmişlikler, cuk oturmuşluklar. Bütün bunlar başlı başına heyecan zaten; korku, tatmin ve hazzı barındıran.

 Ancak bu yaşanmışlıkları paylaşmak...İşte asıl olay o!

Gezip gördüğün, duyduğun, tattığın, hissettiğin duyguları yazıya dökmek! Yani EDEBİYAT!

 

Read More

 

Join My Mailing List

Thanks for submitting!

  • White Facebook Icon

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page