top of page
Ara

Dünyanın öbür ucu KOLOMBİYA; Bogota

Yazarın fotoğrafı: nuray çalışkannuray çalışkan

  Dünyanın öbür ucuna giden uçakta yolculuk ederken düşünebildiğim tek şey zamanın daha hızlı akması. Kapalı alan korkumla (Klostrofobi) tam 13-14 saat yüzleşmek birkaç saniyelik asansörün yanında o sinek ısırığı ise bu ne dedirtiyor? Saniyeler, dakikalar ve saatler… Panik atak, taşikardi ve nefessizlikten ölüm korkusu… Başa çıkması zor durumlar…

 Ancak işin aslı bu uçakta olduğuma bile şükrederken bu duyguların galip gelmesine izin veremem. İstanbul-Bogota uçuşuna fazla bilet satılmış ve herkes check-in yapınca ben book out kalmışım. Yani biletsiz! Uçuşta yerimin olmadığını havalimanında öğreniyorum. Boarding için kapıya gelip sakin sakin beklerken gerçekleşiyor olay. Ben belki Business ile uçarım hayali ile dolaşırken acı gerçeği Gizem çarpıyor yüzüme. Kapıdaki görevli ile konuşmam için beni ikna ediyor ve sonuç; transit vizesi olmayan bir Nijeryalı geri çevrilirken beni alıyorlar uçağa! Bu kadar zorlu koşullarda son anda bulduğum koltuğumun tadını çıkarıp tüm endişelerimden arınmalıyım bence.

Bu düşünce ile saatlerce uyumayı isterdim tıpkı Küba’ya giderken yaptığım gibi :) Orada yanımda oturan yolcu; “14 saat boyunca öyle kıpırdamadan uyudunuz ki öldünüz sandım, nefes alıp almadığınızı kontrol ettim!” demişti ya keşke yine uyusam ama ne mümkün! Birçok film, biraz endişe, pek çok heyecan ve hayalle tamamlıyorum yolculuğu!

Ve işte BOGOTA….

 Bogota
Bogota

Bogota havalimanına inip dışarı çıktığımda hala burada olduğuma inanamıyorum.

  İçim kıpır kıpır yeni ülkemin heyecanı ile yürürken en son Balat’ta Monologlar Müzesi’nde görüştüğüm Hale’yi görüyorum bizi bekleyen tarafta. Özlemle sarılıyoruz ve o bizi yeni maceralara doğru sürüklüyor…

  Bogota sokaklarına çıktığımızda hala burada olduğuma inanamıyorum. Sanırım bu duygu günler sürecek… Ancak bu şaşkınlık ve hayranlığımı bir tarafa bırakıp an’a odaklansam iyi olur. Evet, macera başlasın…

 Ayağımızın tozu ile daha valiz açmadan doğru Monserrate tepesine…

 O cam tüpün içinde raylardan yukarı doğru çıkarken zamanla ters orantılı olan aşağıdaki görüntü beni giderek heyecanlandırıyor. İlerleyen zaman küçülen insanlar. Ama daha geniş açıyla görünen başkent. İçimden “Bogota’dasın, Kolombiya’dasın, Güney Amerika’nın bir başka ülkesi!” diye tekrarlıyorum sık sık. Var bi hala inanamamışlık!

 Tam tamına yerden yüksekliği 3100 metre olan dağın tepesine ulaştığımızda birkaç derece soğuyan havayı hala hissetmiyorum heyecandan, bilakis terliyorum. 

Monserrate Tepesi
Monserrate Tepesi

Hem sonra Kolombiya bayrağı görünce de tırnaklarıma yansıyan sanatı bu görüntü ile birleştirmeden duramıyorum.

Monserrate Tepesi
Monserrate Tepesi

 Burada Park National Oriental adında botanik bahçesi var. Gerçi bana göre bol yağmurlu bu şehrin ve ülkenin her yeri botanik bahçesi.

Monserrate Tepesi
Monserrate Tepesi

 Yukarı doğru yürüdükçe adının Iglesia Basilica del Señor olduğunu öğrendiğim beyaz bir kilise görünüyor. Kiliseye ulaşıp içini de gezdikten sonra özgürlüğe açılan o büyük kapıdan dışarıya doğru yürüyorum ağır adımlarla.

Iglesia Basilica del Señor
Iglesia Basilica del Señor

Ve asıl muhteşem manzara bu kapının ötesinde...

Kolombiya’nın başkenti Bogota’yı kuş bakışı seyrederken tekrar burada olduğum için binlerce şükrediyorum.

 Gece şehrin ışıkları da efsane görünüyor. O, gün ışığının ilk kaybolduğu ve gecenin karanlığı inmeden önceki parlament mavisini seviyorum. Onu burada şehrin yeni yanan ışıkları üzerinde görmek tarifsiz.

 Ve keyifle çıktığımız yolu inip kalacağımız mahalleye gidiyoruz. O tek katlı rengarenk kapı ve penceresi olan evler bana Küba’yı hatırlatıyor. 

 Ortasında avlusu olan evin, tavanı ahşaptan odasında uyumak öyle iyi geliyor ki.

Hele sabah tropikal meyvelerle kahvaltı; ananas, papaya, avokado ve yaban mersini…

Allahımmm, nimet nimet…

Tadının bile farklı olduğunu düşündüğüm bu enfes kahvaltıdan sonra soluğu şehir merkezinde alıyoruz. 

  Bugün pazar ve sporu çok seven Kolombiyalılarla beraber trafiğe kapatılan ana caddelerinde bisiklet süreceğiz. Bisikletimizi ve kaskımızı kiralayıp yola çıkıyoruz. Dün hissettiğim minnet ve inanamama duygusu bugün de mevcut çok şükür :) Hayretle ve mutlulukla sürüyorum bisikletimi.

Çok sevdiğim bisiklet sürme eylemi böylece Küba’da Vinales’ten sonra Kolombiya Bogota’da gerçekleşmiş oluyor. 1 saatlik sürüşten sonra bugünün anısına bir kare alıp teslim ediyoruz bisikletleri.

 Sırada sadece Kolombiya’nın değil tüm Latin Amerika’nın en önemli müzesi kabul edilen Altın Müzesi var.

Altın Müzesine Giriş Bileti
Altın Müzesine Giriş Bileti

National Geographic Dergisinin yaptığı ve “Dünyanın en iyi 16 tarih müzesi” seçiminde 9. Sırada yer alan bu müze aslında bir nevi tarih bilgisi de veriyor. Buradaki eserlerin hepsi, İspanyollardan önceki döneme tarihlenmiş olup ağırlıklı olarak Muiscalara aittir. Ne yazık ki İspanyollar; buraya geldikten sonra buldukları bütün altın eserleri, İspanya’ya götürmüşler.

Altın Müzesi
Altın Müzesi

Muiscaların daha çok dinsel törenlerde Güneş ve Ayı selamlamak için kullandıkları bu materyalin çeşitliliği, müzik ve ışıklandırma ile zenginleştirilmiş şekilde sunumu görsel bir şölen oluştursa da benim ilgimi pek çekmiyor doğrusu. Tarihi severim ama maddeye verilen önem beni hep rahatsız eder. Ruhumu güzelleştirenlere doğru çekilirim hep. Bir de damak zevkime ilham olanlara :)

Bu anlamda müzeden çıkar çıkmaz ilk kez tattığım bu tropikal meyve beni epey etkiliyor.

Mangostan
Mangostan

Meyvelerin kraliçesi olarak da adlandırılan Mangostan isimli bu mor ve sert kabuğunun içinde beyaz ve yumuşak bir o kadar lezzetli güzel bir meyve var. Bayılıyorum. Aslında Güney Asya ülkelerinin tropikal meyvesi, en çok da Endonezya mutfağında kullanılır.

Mangostan
Mangostan

 Şimdi ise bambaşka bir dünyanın kapısını aralayacağız. Yaklaşık 2 saatlik engebeli zor bir yolculuğun ardından kahve çiftliğine geliyoruz. 

Bogota Fusagasuga arası yol
Bogota Fusagasuga arası yol

 Bakalım kahve nasıl üretiliyormuş?

  Fusagasuga şehrinde Hacienda Coloma isimli bu çiftliğin daha kapısından girer girmez etkileniyorum. Kolombiya’nın tüm iklimi ve coğrafyası bol yeşillikli olmasına rağmen buradaki tipik verandalı Kolombiya evi Köle İsaura dizisinden fırlamış gibi.

Kolombiya Evi
Kolombiya Evi

Üstelik ağaçta yetişen ve çiçek açan rengarenk orkideleri görünce şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Meğer doğal ortamları böyleymiş. İnanamıyorum. O yüzden toprak yerine ağaç kabuğu kırıkları koyuyormuşuz evdeki orkide saksılarına.

Ağaçta yetişen orkideler
Ağaçta yetişen orkideler

 Belimize kahve toplama sepetini takıp kahve likörümüzü de tattıktan sonra başlasın kahve maceramız. Önce kahve çiçeğini görüyoruz.

Kahve çiçeği
Kahve çiçeği

Sonra yeşil renkli meyvesini.

Ham kahve meyvesi
Ham kahve meyvesi

Olgunlaşıp kırmızı renk olanları ise topluyoruz.

Olgunlaşmış kahve meyvesi
Olgunlaşmış kahve meyvesi

E bir kahve çekirdeği toplama fotoğrafımız olmasın mı?

Hacienda Coloma kahve çiftliğinde kahve toplama hatırası
Hacienda Coloma kahve çiftliğinde kahve toplama hatırası

Sonra sırasıyla kahvenin çekirdeğinden ayrıldığı ve kurutulduğu alanları, ardından kavrulduğu kazanları görüyoruz. Kavurma derecesine göre kahve çekirdeklerini aldığı rengi de.

Az ve çok kavrulmuş kahve çekirdekleri
Az ve çok kavrulmuş kahve çekirdekleri

 En sonunda kahvemizi de tattıktan sonra üzeri kahve çuvalları ile dolu sevkiyat cipini de görüp buradan ayrılıyoruz.

Hacienda Coloma
Hacienda Coloma

 Bogota’ya dönerken bir şelâleyi ziyaret ediyoruz ki muazzam. Tequendama şelalesi adı verilen bu su kütlesinin dar bir alandan genişleyerek kademe kademe dökülme şekli, beyaz köpükler eşliğindeki süzülüşü, sesi, serinliği ve kokusu resmen bir su dansı. Tek kelimeyle muhteşem!

Tequendama Şelalesi
Tequendama Şelalesi

Uzun uzun seyre dalıyorum bu sesli gösteriyi…

Etkilenmemek mümkün değil…

Ama asıl gösteri akşamaymış meğer…

Etnik kıyafetlerle önce toplu bir dans sonra bazı kişisel gösteriler..

Andres D.C Bogota
Andres D.C Bogota

Yani diyorum ki akşama Bogota’ya geri döndük ve gece kulübü tarzında bir eğlence merkezinde yemek yedik; Andres D.C Bogota. Müzikleri ve dans gösterisi ile yine şaşırtmayı başarıyor beni bu şehir yine… Gerçi niye şaşırıyorsam? Pablo Escobar’ın ülkesi ve onun şehri… Gizemli ve esrarengiz!

 Ertesi sabah ise buz gibi ama bir o kadar tertemiz bir havaya uyanmak keyifli olduğu kadar heyecan verici. Kolombiya ev mimarisinin bahçeli tarzı çok hoş. Üstelik tropikal meyvelerin olduğu huzur veren güzel bir manzaraya gözlerimi açmak da bonusu…

  Daha da heyecanlısı bu buz gibi havada penceresi gökyüzüne bakan banyoda duş almak, titreye titreye sıcak suyun altında soğuğu izlemek, sıradışı bir eylem!

 Hemen saçlarımı kurutup sıcacık polarımı giydiysem Bogota’yı biraz daha keşfetmeye hazırım!


 Bugün iki temel konumuz var.

1- Grafiti

2- Tropikal meyve

 Bogota’nın Egipto mahallesinin sokaklarıyla başlıyoruz maceraya…

Renk renk, tek katlı evler ve dağlara doğru uzanan Arnavut kaldırımlı düzgün sokaklar şaşırtıyor beni. Ardından ise bu ülkenin alışılmış sanatı çıkıyor karşıma; grafiti.

Nasıl bu kadar canlı renkler kullanılmış? Ve neden bu kadar güzeller?

Üstelik dans, resim ve diğer sanat dallarına nasıl bu kadar vakit ayırabiliyorlar?

İçlerindeki bu ruh nereden geliyor?

Motivasyonları ne?

Derken La Concordia’ya doğru yürüyoruz. Sanat dolu grafitiler peşimizi bırakmıyor.

 La Concordia, Bogota, Kolombiya
 La Concordia, Bogota, Kolombiya

Ve nihayet kapalı bir pazar yerine geliyoruz:

Cafe del mercado plaza del concordia.

Buraya geliş amacımız, tropikal meyveleri görmek, öğrenmek ve tatmak. Sanırım tatmak, en iyi kısım. Bakalım neler varmış?

Önce sepette görüyoruz caanım meyveleri.

Sonra da tabakta…

İsimlerini de yazarsam açıklamalı fotoğrafı ile beraber:

1- Maracuya

2- Pitaya

3- Guayaba

4- Feijoa

5- Graviola (Guanabana)

Tropikal Meyveler
Tropikal Meyveler

Hepsinin tadı birbirinden güzel ama ben Pitaya’ya bayılıyorum.

Güzelim tatlardan sonra Bogota merkezdeki meydana geliyoruz; Bolivar Square.

Bolivar Square
Bolivar Square

Burada da çeşitli dans ve tiyatral gösteriler izledikten sonra mangostan meyvesini tadıyoruz tekrar ki benim favori meyvem olmayı başarıyor. Muhteşem bir tat. 

 Ardından katedralin yanında çok hoş bir restorana gidiyoruz öğlen yemeği için. Buranın adı da La Puerta de la Catedral. 

 İçimdeki muzip çocuğun aklına uyup yine yeni bir tat denemek istiyorum ve Ajiaco santafereno söylüyorum :) Peki bu nedir?

 Genellikle tavuk, üç çeşit patates, mısır ve guascas adı verilen bir otla yapılan bir çorba.

 Ve gelen görüntü beni kesinlikle hayal kırıklığına uğratmıyor.

Üstelik tavuk eti ayrı gelmiş. Avokado olmadan asla :) Eh pilav da bonus. Tropikal ülkelerin beslenme şekli damak zevkime öyle uygun ki bayılıyorum.

Güzel de bir kırmızı şarap söylüyoruz ve hem anın hem lezzetlerin tadını çıkarıyoruz.

Oradan çıkar çıkmaz ise sokağın ortasında Kolombiyalı bir beyefendiyi dans ederken buluyoruz. Onca Salsa dersi boşuna mı gitsin? Atlıyorum piste. Müziğin ritmine ayak uyduruyorum ve düşünmeden edemiyorum. 

Bogota sokaklarında Salsa
Bogota sokaklarında Salsa

‘Kim derdi ki bir gün Kolombiya’ya gidip başkenti Bogota’da hiç tanımadığın Latin bir beyefendi ile dans edeceksin… Kim? Hiç kimse  ’

 Hayat işte böyle sürprizlerle dolu. İlmek ilmek işleniyor örüntü. Öğrendiklerimiz mutlaka bir yerde kullanılıyor. Ya da kullanılacağı için öğreniyoruzdur belki…

Bu düşünceler ve bu son dans ile veda ediyoruz Bogota’ya. Sırada yeni bir şehir var. Cartagena…

Buradaki maceramı da yeni yazıda anlatacağım. Yeni serüvende görüşmek dileğiyle…

 

2 Comments


muratbektas041
Jan 19

Çok güzel bilgiler tebrikler devamını bekliyoruz👏

Like
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
Feb 06
Replying to

Çok teşekkür ederim ☺️

Like
KCAP5934_edited.jpg
About Me

 SEYAHAT etmek bir çoğumuzun hayali! Yeni yerler görmek, yeni tatlar tatmak, yeni hikayeler, yeni dostluklar...Bunları yaparken yeni maceralar, aksilikler ve ya şanslar, denk gelmişlikler, cuk oturmuşluklar. Bütün bunlar başlı başına heyecan zaten; korku, tatmin ve hazzı barındıran.

 Ancak bu yaşanmışlıkları paylaşmak...İşte asıl olay o!

Gezip gördüğün, duyduğun, tattığın, hissettiğin duyguları yazıya dökmek! Yani EDEBİYAT!

 

Read More

 

Join My Mailing List

Thanks for submitting!

  • White Facebook Icon

© 2023 by Going Places. Proudly created with Wix.com

bottom of page