top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

Efes'te yürüyüp, Şirince'de huzur bulmak...

Sırf gün batımını, akşam serinliğini, gecesini ve sabah parlaklığını merak ettiğim için karar veriyorum Şirince‘de minik bir pansiyonda konaklamaya... Yıllarca Aydın’da yaşamış olmama rağmen hep günübirlik ya da dur bakayım birkaç saatlik ziyaret etmiştim burayı. Oysa yeter miydi bu kadarcık zaman, bu eski Rum köyünü anlamaya, ruhunu hissetmeye? Yetmezdi elbette. Ben de bu kararla çıkıyorum yola...

Hazır yolumun üstünde iken defalarca geldiğim Efes'e uğruyorum bir kez daha. Kırmızıyı park ettikten sonra yavaşça giriyorum bu açık alan müzesine. Ağır ağır adımlıyorum taş sokakları... Hiçbir acelem olmadan... Biliyorum ki binlerce yıl önce yine birileri geçti bu yollardan. Onları hissetmek istiyorum tekrar; acelelerini, heyecanlarını, sevinçlerini, korkularını... Hangi duyguyla yürüdülerse buradan onu bulmaya çalışıyorum.



Ah o görkemli tiyatro; olmasa olur mu? Sanat ve siyaset hep var olmuş ve bu basamaklarda izleyenlerin gözlerinde yaşamış. Kimi zaman rengarenk gösteriler parlamış o gözlerde, kimi zaman ateşli bir konuşma... Belki bir konser, belki bir dövüş yansımış bu Çesm-i ahularda...



Alıp başımı yürüyorum aklımda deli sorularla. Ah o, önüne geldiğim kütüphane... Her gördüğümde aynı duygular eşlik ediyor bana... Bilim, zeka, erdem ve faziletin temsilcisi Celcus kütüphanesinin dimdik ayakta duruşuna hayranlık ve saygı...



Defalarca geldiğim bu şehrin sokaklarında dolaşırken, artık tanıdık geldiğinden mi bilmem, sanki binlerce yıl önce burada yaşamışım gibi Efesli hissediyorum kendimi. Bir omzu açık, diğer omzundan bağlanmış, beyaz, dökümlü bir kumaştan elbisem... Ayağımda iplerden bir terlik. Zeytin, incir ve nar ağaçlarının yoğunlukta olduğu bu taş sokaklarda yürüyorum.

Daha öncesinde liman kenti olan bu şehir, deltaların oluşması ile kara içinde kalmış ve sosyal hayatı azaldığından eski önemini yitirmiş. Ama her nasılsa günümüze kadar böyle çekici bir şekilde gelmeyi başarmış... Yine başımda hülyalar ile dönüyorum arabama. Buranın ruhundan kendimi zar zor çekip alıyorum.



İstikamet evden çıkış noktam; Şirince...

Bir dağın zirvesine tırmanırcasına, dolana dolana, kıvrıla kıvrıla tek şerit ama asfalt bir yoldan çıkıyorum. Minik köye ulaştığımda, hediyelik eşya stantlarının daralttığı taş sokağa dönüşüyor yol. Dikkatlice aralarından geçip, yine tarif üzerine minik pansiyonumu buluyorum. Önünde arabaya uygun yer olmayınca en yakın otoparka bırakıyorum Kırmızı'yı.

Ah bir de o kırmızı büyük bavul, çoğunlukla bana eşlik eden yol arkadaşım gibi. Şimdi taş sokakta, tekerlekleri bata çıka çekiyorum onu, gürültülü bir şekilde. İlerlerken minik bir dükkanın önünde yaşlı bir amca çekiyor dikkatimi. Zar zor oturduğu iskemlesinde, bir çok yaralı parmağına rağmen badem kırıyor. Dikkatlice kırdığı bademleri temizleyip ağzı kesik yıkanmış bir kola şişesine dolduruyor.



Hem bademi sevdiğimden, hem de amcanın işine, emeğine saygı duyduğumdan alıyorum bir miktar. Çok leziz olan bu organik, çiğ badem poşetimle ilerliyorum pansiyonuma doğru.

Sadece üç ya da dört odası olan bu minik pansiyon, öyle şirin öyle otantik ki; beni çocukluğuma götürüyor... O cibinlikli ahşap yatak, o gıcırdayan yer tahtaları, hamam şeklindeki banyo, içindeki bakır tas, testiden dökülürcesine akan çeşme... Hepsi ama hepsi, çok özel detaylar... Hele penceremden gördüğüm o Rum evleri manzarası... Muhteşem...



Hızlıca yerleşip üstümü de değiştirince manastırdaki gün batımına yetişmek için çıkıyorum. Dışarı çıktığımda daha vaktim olduğunu fark edip kaybola kaybola geziniyorum amaçsızca, sevimli evlerden oluşan köyün minik sokaklarında. Nihayetinde tam '' Buldum, burası!' derken, meğerse üç ya da dört kilisesi varmış bu köyün. Benimse ulaşmak istediğim, o tepedeki St. Demetrius Kilisesi. 19. yüzyılda Rumların yaptığı ve mübadele el değiştiren kilise. Geçen yüzyılda hasar görse de restorasyon sonrası yine kullanılır halde . Ona ulaştığımda ise şöyle sütunların arasına oturup zeytin ağacı ile bezenmiş tepelere bakıyorum.



Nedense hep aynı sahne gelir gözümün önüne; başında zeytin dalından bir taç, sarı saçlı, uzun örgülü bir kadın. Beyaz elbisesinden aşağıya doğru çimen lekeleri inerken, kolunda içi çeşitli otlarla dolu hasır bir sepet. Kadının arkasında da bir keçi. Evet beyaz dağ keçisi... Akdeniz iklimi olan böyle tepelerde hep benzer bir tablo çizer dimağım..

Tam bu manzarada fotoğrafı kime çektirsem diye düşünürken elinde profesyonel fotoğraf makinesi ve bir bey görüp rica ediyorum. Naçizane veriyorum bir kaç poz.


İşimiz bittiğinde ise Mustafa Bey’in arkadaşı Arzu hanım '' Ben de hanımefendi gibi fotoğraf istiyorum ama onun gibi poz veremiyorum ki...'' deyip ayağını yarım yamalak havaya kaldırışı vardı ki... Hepimizi kahkahaya boğuyor. Bu Latife ile kurulan diyalogdan ve kısa bir tanışmadan sonra, hemen kilisenin dibindeki 100 yıllık çınar ağacının altında, semaverde çaylar içiliyor; şen kahkahalar patlatılıp sıcacık sohbetler ediliyor. Ne güzel insanlar, ne güzel anlar var, hatırladıkça yüzümü gülümsetecek olan.



Huzurla ayrılıyorum yanlarından. İki evin arasında sıkışmış, daracık eğri büğrü bir merdivenden iniyorum. Tam ''Burası neresi? Nereye çıktım böyle?'' derken köyün girişine geldiğimi fark ediyorum. Yine, daha önceki gelişlerimde hep görüp bir türlü içeri girmediğim Artemis Restorana yöneliyorum. Vakit, akşam yemeği vakti...



Ezan okunurken kandiller yanmakta, köyün o sevimli evleri ay ışığında parlamakta... Meğerse ne güzel oluyormuş Şirince‘de akşam. Mum ışığında daha bir sevimliymiş köy manzarası. Yıldızların çokluğu ve parlaklığı alıp götürüyor beni uzaklara...



Fonda çalan Belkıs Özener'in 'Benim gözüm sende' adlı tatlı şarkısı eşliğinde, şarabını yudumlarken o an dünyada benden mutlusu yok diye düşünerek gülümsüyorum hafif çakırkeyif... ''Görünce aşık oldum, o güzel gözlerine... Başkasını istemem, benim gözüm sende...'' Şarkı sözleri beynimde yankılanırken, çok da uzak olmayan pansiyonuma dönüyorum ağır aksak. Saatin geç olduğunu ve tüm mahzenlerin kapandığını görerek üzülüyordum ki açık olan birini fark ediyorum. Satıcının güler yüzlü daveti ile hemen içeri dalıp kafamdaki ilk şarabı tadıyorum; kavunlu... Kavunu, her türlü seviyorum çünkü. Onların tavsiyesiyle de çilek ve çikolatayı da tadıp birer şişe de onlardan alıyorum.

Ve odama, beş altı saat araba kullanmış, yetmemiş gezmiş eğlenmiş olarak yorgun ama bir o kadar da mutlu dönüyorum. Biraz köy havası almak için açtığım pencereden de gördüğüm, izlediğim manzara şahane. Ayın doğuşunu seyrediyorum dakikalarca.



Sonra derin bir uykuya dalıyorum tatlı tatlı... Sabah ezanın sesiyle uyandığımda pencereleri açıp kaldığım yerden devam ediyorum izlemeye... Hafiften gün ağarır gibi olunca da hazırlanıp çıkıyorum odamdan. Ahşap merdivenleri, ses çıkarmasınlar diye parmak ucumda iniyorum. Sokak kapısına gelince, demir sürgüyü itip kapıyı aralamamla birlikte evin misafirperver kedilerinden Gucci dolanıyor ayağıma. Yumuşacık tüyleri ile çıplak bacaklarıma sürtüyor. Tenimde bıraktığı his, bir harika... Biraz okşayıp biraz da bakışınca bu sefer güneşin doğuşu için çıkıyorum yola...

Girilmedik sokak, bakılmadık, görülmedik bir ara bırakmadan bütün köyü dolaşıyorum. Güneşi görebileceğim en güzel noktayı bulunca da de oturup izliyorum keyifle...



İşte bunun için geldim diyorum... Yıllardır kaçırdığım bu iki güzel an için... Tarihi çok eskiye dayanan, zeytin ağaçları arasında bu şirin köyün, gün batımını ve gün doğumunu izlemek için...O ahşap kokusunu, çiğ kokusunu, o sessizliği duymak için... Dünyanın her yeri bir başka güzel iken canım ülkemin merak ettiğim, sevdiğim bir noktasından daha güneşin doğuşunu izlerken, yalnız seyahat etmenin verdiği hazzı ve gururu duyuyorum hafiften...

Ve hatta o enfes manzaralı şahane kahvaltımı da ederken, bu duygumu çoğaltayım, abartayım ve parlatayım diye düşünerek sıradaki rotam için hissettiğim heyecanla gülümsüyorum...



Bir Ada klasiğinde görüşmek üzere...

Not: Selanik Pansiyon'un sahibi Belma Hanımın ikram ettiği Mürver şurubu ya da şerbeti olarak bilinen o değişik tadı da denedim yani...






406 görüntüleme3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

3 Comments


alp_gunalp
Sep 24, 2020

Efes efes olalı böyle güzel ağırlamadı, badem aradığı kabuğunu ,kavun kadehin sahibinde huzur buldu gezdim gördüm her yerini biliyorum ancak bu güzel betimleme ile geçmişe gittim kayboldum belkide dönmek istemedim, kalemin güzel üstadla buluşması...

Like
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
Jun 06, 2021
Replying to

Çok teşekkür ederim :)

Like

tahsinbrs
tahsinbrs
Sep 24, 2020

👏🏻👏🏻Bayıldımmmm bayıldımmm Nuray hanım’cım😇😇nasıl enfes bir üslup.. hikaye, roman tadında ve nasıl muhteşem fotoğraflar emeğinize sağlık ya..🙏iyiki varsınız..

Like
bottom of page