top of page
Ara
  • Yazarın fotoÄŸrafınuray çalışkan

MONTENEGRO (KARADAÄž)

  Dağların arasında kıvrıla kıvrıla ilerlerken bir anda ufukta Adriyatik Denizi’nin göründüğü engin bir arazinin başında bitmek beni de epey şaşırtıyor. Yolun devamında ise karaya bağlantısı olan Sveti Stefan  adası 15. Yüzyıldan kalma sevimli evleri ile bir tabloya ilham olabilecek güzellikte duruyor. Deniz ve gök mavilerinin kaynaştığı o muhteşem renk cümbüşünde kırmızı çatılı evler, denize düşmemek için birbirine yaslanıp destek oluyor.



  Gelgelelim bu minik ada ve büyülü evleri, meğerse bir şirket kiralayıp otel olarak işletiyormuş. Dolayısıyla bu adaya sadece otel müşterileri girebiliyor. Birçok ünlü ve siyasetçinin konakladığı bu adayı gezmek ücretli olsa da burayı görmenin bir başka yolu yemek rezervasyonu yaptırmak olduğu biliniyor.



Budva’nın bir parçası olan Adriyatik’in Monako’suna veda ederken rotamızı Karadağ’ın bir başka güzel noktasına çeviriyoruz. UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan Kotor, minik bir sahil kasabası olmasının yanı sıra İtalyan esintisi de yaşatıyor bana. Hem Venedik tarzı masalsı mimari hem Balkan insanının sıcaklığı hem de Adriyatik Denizi’nin cazibesi ile beraber İtalyan Mutfağı burada ideal karışımı oluşturmuş.

  Ben de bu yarı Balkan yarı Avrupalı olan şehrin old town bölümüne o efsane kapıdan giriyorum. Kafamı kaldırıp okuduğum yazı: ‘Size ait olmayanı istemeyin, size ait olandan da vazgeçmeyin!’ Yugoslavya’yı uzun süre bir arada tutan temel prensiplerden biri olan bu söz hala sevgi ve özlemle anılan Yugoslavya’nın kurucusu Tito’ya ait.



İçeri adım atar atmaz bulunduğum yer Ordu Meydanı ve karşımda duran da Saat Kulesi.

Hemen önündeki üçgen uçlu sütun da Utanç Sütunu. Kotor’da pek suç işlenmediğinden hapishane yapılmamış onun yerinde birisi bir kusur işlediğinde bu sütunun önüne getirtilip utandırılırmış. Onurun ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum bu esnada tekrar ve caydırıcı bir ceza olan utandırılmak. Hani şu dönemde yavaş yavaş kaybettiğimiz o güzel duygu.



Bu masalsı Ortaçağ kasabasında yürürken her gördüğüm yapıya, esere, eve, duvara, kafeye hayran kalıyorum. Evlerin pencerelerine, kapılarına, renklerine…



Kısaca minyatür bir Venedik-İtalya dokusu içinde kayboluyorum. Hangi köşesinde oturup hangi alanında daha çok uzun zaman geçirsem karar veremiyorum. Tatlı tatlı dolaşıyorum öyle o daracık sokaklarında.



 Derken St. Tryphon Katedrali’nin önüne geliyorum. Yukarıdaki kalenin üzerinde olağanca parlaklığı ile ışığını saçan güneşin altında iki büyük sütunu izlerken düşündüklerim. Aziz Trifon Anadolu topraklarında yaşamış ve ölmüş. Venedikliler kendi şehirleri için Azizin kalıntılarını Bizans’tan satın almışlar. Dönerken büyük bir fırtınaya yakalanınca kendilerini buraya yani Kotor’a atmışlar. Ne zaman yola çıkmak için hazırlansalar tekrar fırtına çıkıyormuş, bunun bir işaret olduğun karar verip Azizin kemiklerini burada bu kilisede bırakmaya kanaat getirmişler.



 Bu kadar tarihi bilgi ve efor beni epey acıktırıyor. Sanırım ünlü Moskva tatlısını yemeyi hak ettim. Kahve ile beraber söylediğim o muhteşem tat beni epey mutlu ediyor. Kan şekeri mevzusu işte. Damak zevki ile birleşince insanı mest ediyor, baştan çıkarıyor, heyecanlandırıp, motivasyonunu yükseltiyor.



  Enerjimizi aldığımıza göre biraz daha keşif yapabiliriz. Oğlumla her köşesini gezdiğim bu tarih kokulu şehirde bir anı fotoğrafı alıp şehir surları üzerinde dolaşmaya karar veriyorum.



Önce sağa dönüp dağa doğru yürüyorum ki orada çok huzurlu manzaralar ile karşılaşıyorum; kırmızı kiremitli çatılı evler ve yemyeşil çimenler üzerinde pembe çiçekli ağaçlar.



 Sonra da sola dönüp denize doğru ilerliyorum. Orada ise Kotor şehrini yukarıdan izlerken yine aynı hissi taşıyorum kalbimde; burada olmanın hafifliği ve güzelliği.



 Şükrediyorum. Yola çıkmış olmaya, dünyayı keşfederken kendimi tanıyor olmaya. Şükrediyorum. Tarihi hissedip farklı birçok hayat hikayesinin yaşandığı izleri takip etmeye. Şükrediyorum. Sağlımıza, sevdiklerime, nefes almaya, nefesimi bu güzel ülkelerde tüketmeye… O zaman yeni şükürlere, rotalara ve keşiflere diyelim…

Aslında Karadağ yani Montenegro denilince aklıma gelen gezilecek yerler listesi:

1.       Kotor (Old Town ve Kaleye çıkılıp manzaralar izlenmeli)

2.       Budva (Denizi ve Old Town görülmeli)

3.       Sveti Stefan

4.       Perast (Ortaçağ kasabası)

5.       Lady of rocks (Perast’tan tekne ile gidilen)

6.       Herceg Novi

7.       Tivat

8.       Ulcinj

Bu listenin henüz tamamlanmadığını farkındayım. 2 kez ziyaret ettiğim bu güzel ülkenin Kotor şehrini en çok sevdim. Hele bana Game of Thrones dizisini hatırlatan kale surları önünde son kez poz verdiğimde aklımda olan tek şey: Geri kalan rotaları bir an önce tamamlamak. O zaman 2025 yılında Shengen’e girecek olan bu güzel ülkeyi ziyaret etmek için acele etmek lazım. En kısa sürede tekrar görüşmek dileğiyle…



242 görüntüleme4 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page