top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

MEZOPOTAMYA: Nemrut ve Mardin

Soğuk, iliklerime kadar işlerken rüzgâr, olağanca kuvvetiyle beni geri itip kulaklarımı sağır etmeye çalışıyor. -10° olan hava sıcaklığını daha da düşük hissediyorum. Ayak parmaklarım uyuşmuş, el parmaklarım morarmıştı. Gözlerimi açmakta güçlük çekiyor, sızlayan burnumu, atkı yaptığım hırkamla ısıtmaya çalışıyorum. Buz kaplı kaygan merdivenleri, kenardaki halata tutunarak ağır ağır adımlarken bacaklarımın feri kesilir gibi oluyor.



Başımı kaldırıp sağ tarafa baktığımda gördüğüm muazzam manzara, niçin burada olduğumu hatırlatırcasına kamçılıyor doruğa çıkma hevesimi.


Daha bir şevkle hızlanıyorum ve sonunda Timulüse ulaştığımda, 2000 yıl önce Kommagene kralı 1.Antiochus tarafından yaptırılan Tanrı Heykellerinin önünde buluyorum kendimi.



Hem Pers hem Yunan mitolojisinin isimleri verilen heykelleri (Tyke, Zeus, Apollon ve Herakles(Herkül), görmek, olağanüstü! Annesi Makedon olan kral, bundan etkilenmiş olacak ki heykellerin kıyafetleri Makedon kültürüne uygun yapılmış. Kendi heykelini de yaptıran Antiochus, tanrılarla bir olma duygusuna o kadar kaptırmış ki kendini, onlarla tokalaşma sahnesi bile inşa ettirmiş.

Dünyanın sekizinci harikası sayılan bu Nemrut dağında, Fırat Nehri’ne karşı durup böylesine berrak bir günde, kar ve güneşle karşılanmak, beni ziyadesiyle mutlu ediyor.


Ne buz gibi bir hava, ne hissetmediğim parmaklarım umurumda! İzlemeye doyamadığım gün doğumları ve batışlarından birini daha böylesi önemli bir noktada izliyor olmak, en büyük hazlardan! Ciğerimin her köşesine kadar hissettiğim temiz ve soğuk hava, beynimin de sokaklarında dolaşıyor sanki. Tazeleniyor, hem ruhum hem kalbim! Tarihî öneme sahip bu yer, doğal güzelliğiyle de mest ediyor beni!

Çift taraflı ,simetrik yapılan heykellerin doğu tarafından çıkıp batı tarafından iniyorum. Dönerken, gördüğüm manzaranın da eşliğinde, her basamakta hem gurur duyuyor hem keyif alıyorum.



Ve elbette o gece Nemrut‘ta konakladığım otelin restoranında, soba başında ısınıp sıcak çorba içtikten sonra çektiğim uykunun huzuru bambaşka oluyor!

Sabahında yine efsanevi bir yere doğru yolculuk başlıyor... Dicle ve Fırat nehri arasında, uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasına karşı, kayalık bir tepede kurulmuş olan Mardin şehri, gerçekten bir masalın başlangıcı gibi!


Milat’tan önce 4500 yıllara dayanan tarihi ile Şahmeran öyküsü tadındaki kent, ipek yolu üzerinde bulunuyor. Bütün dinleri sevgiyle kucaklayıp ev sahipliği yapan bu mistik ilde, insanın kendini kaybetmesi işten bile değil!



Sarı kalker taşı ile yapılmış düz çatısız evlerin arasında yürürken hiçbir evin birbirinin güneşini engellemediğini görmek, yine kalbimi yumuşatıp sıcacık yapıyor. Her dine, her dile ait insanların, sevgi ve saygıyla bir arada yüzyıllarca yaşamayı başarmış olması takdire şayan!

Hayranlıkla sokak sokak dolaşırken, bir gün önceki dondurucu soğuktan sonra şimdiki güneşin, sırtımı ısıtması inanılmaz keyifli geliyor.



Adı Abbara olan ev altı geçitlerinden geçerken kendimi gerçekten dünya dışı bir yerde hissediyorum. Meğerse bu geçitler, kışın yağmurdan, yazın güneşten korunmak için yapılmış.


Arabaların geçmesinin mümkün olmadığı bu dar alanlardan geçip bir kuruyemişçiye atıyorum kendimi. Ünlü mavi badem şekerinin tadına bakıyorum girer girmez.



Lahor'daki (Pakistan’da bir şehir) bir bitkinin köklerinden yapılıyormuş bu mavi renk. Daha bir çok lokum ve şekerlemenin tadına baksam da bu mavi badem şekerinden satın alıyorum sadece.



Sonra biraz telkari ve yazma bakmak geliyor içimden. Birkaç dükkana girdikten sonra aralarında seçim yapamayınca üçünü birden alıyorum; yeşil, mavi ve turkuaz yazmaların...



Buraya özgü usul ile bağlamayı da öğreniyorum hatta.



Ve ertesi gün yine Mardin’in en büyük en ünlü yapılarından Kasımiye Medresesi'ni de bu yazmayla gezeceğimi şimdiden biliyorum. Artuklular tarafından başlanıp Akkoyunlar zamanında, 1500 yıllarda tamamlanan medrese, aslında bir külliye gibi kullanılmış.




Bu yazmayı aldığım dükkandan çıkınca süryani şarabı geliyor aklıma. Ününü duyduğum bu enfes içeceği de denemeden olmaz. Birkaç denemeden sonra da elbette bir tane eve götürmelik giriyor çantama.



Hazır bahsi açılmışken Süryanilerden söz etmek gerekli. Süryaniler, soylarını Nuh peygamberin çocuklarına dayandırıyor. İbadet dilleri, semitik dil grubuna giren Aramice. Aramice, Arapça-İbranice karışımı bir lisan. Bölgenin kültüründe önemli yer tutan Süryanilerin nüfusu, günümüzde ise oldukça azalmış. Süryanilerden bahsedip onlar tarafından günümüzde aktif olarak kullanılan Deyrul-Zafaran Manastırı‘nı görmeden olmaz.



Bir zamanlar Güneş Tapınağı olarak kullanılan bu yer, sonra Romalılar tarafından kale olarak inşa edilmiş. Aziz Şleymun, bazı azizlerin kemiklerini buraya getirerek manastıra çevirmiş.


Olabildiğince ilginç bir yapı! Hele de Milat’tan önce Güneş Tapınağı olarak kullanılması için inşa ediliş tekniği ve güneşin girmesi için bırakılan boşlukların açıları... Hayran olmamak elde değil!



Güzelim mor safranların manastır etrafında yetiştirilmeye başlanmasıyla Deyrul-Zafaran(safran) adını almıştır. Sarı, krem, kahverengi gibi toprak renklere inat asî, gösterişli, zengin mor rengini görmek, ne güzel bir tezat! Ne güzel bir birliktelik! Bir ödül misali.

Bu safrandan bir de kurabiye yapmaya başlamış Süryaniler. Yine Mardin’e has bu minik çöreklerden yemeden olmaz. İçinde badem ve hurma da olan bu leziz atıştırmalıklar bir harika. Yanında da kakuleli Türk kahvesi, muhteşem!




Tekrar Mardin sokaklarına dönmek heyecanlandırıyor beni. Kendime, yüksekçe bir yapının terasında, bir bank bulup oturuyorum. Bütün sesler kesiliyor ve ben ufuk çizgisindeki siyahla mavinin birleşimini görmeye çalışıyorum. Sanki bir sonsuzluğa bakar gibiyim; bir türlü bitmek bilmeyen...

Düşünüyorum! Bomboş, yani hiç ağaç olmayan bu uçsuz arazide insanlar neden sürekli burayı mesken tutmuş? Onları buraya bağlayan ne? Arami, Süryani, Sümer, Akat, Babil, Asur, Pers, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı gibi bir çok medeniyete ev sahipliği yapan bu yüksek şehrin büyüsü nedir? Nasıl bir gönül aşkıdır, gönül bağıdır bu? Müslüman, Süryani, Yezidi, Yahudi gibi farklı din ve kültürlerin kaynaşma noktası olmayı nasıl başarmış? Bence sadece bu yönüyle bile insanlığa örnek bir kent olmayı hak ediyor. Gerçekten muhteşem bir şehir!

Bu hayranlık duygularıyla dalıp gitmişken ben, minik bir kız çocuğu gelip hem fotoğrafımı çekebileceğini hem de şehri gezdirebileceğini söylüyor bana. O, pırıl pırıl simsiyah gözlerden etkileniyorum! Olur diyorum düşüncelerimden ayrılıp.



Tam birkaç merdiven ve sokak geçmiştik ki güneşin batmak üzere olduğunu görüp otelin terasına yetişme derdi ile vedalaşıp ayrılıyorum. Hızlı adımlarla beş on dakika yakınlıktaki otele vardığımda ne göreyim? Zaten buranın kendisi de bir tarihi eser tadında.



Böyle bir yerde konaklamak, efsane güzel olacak diye düşünürken acele etmişim. Meğer terasında gün batımını izlemek daha bir şahaneymiş. Her kültüre ait mimariyi görmenin mümkün olduğu bu şehirde, 800 yıllık Şehidiye camiisi ise bir başka etkiliyor beni. Şehrin sembolü haline gelmiş minaresi, bütün sadeliğin ve düzlüğün içinde tek ve dik bir baş kaldırış gibi yükseliyor gökyüzüne.



Ah bir de sabah görmeli ama mutlaka sabah gün doğumunda görmeli deyip heyecanla o anı bekliyorum. Kendimi kraliçe gibi hissettiğim bu otel ve şehirde resmen gösterişli bir uyku çekiyorum. Ve saatin çalması ile yatağımdan fırlayıp pijamalarla koşuyorum terasa. Ah o ne büyüleyici bir an; iki sevgilinin buluşma anı gibi, sevda dolu, aşk dolu, hasret dolu...



Gecenin yerini gündüze, ay'ın yerini güneşe bıraktığı bu an, bir görkemli mucize gibi. Belli belirsiz kızıllığın, git gide önce turuncuya sonra sarıya dönüp saçtığı ışıkla Mezopotamya'yı aydınlatması efsane güzel! O an, o sessizlikte sadece kuş sesi... İç sesim, huzurum ve mutluluğum...



Yaklaşık sekiz dokuz aydır, tüm dünyayı etkileyen bir salgın hastalıkla mücadele ederken, bir şekilde şartları zorlayıp buraya geldiğim ve bu ana tanıklık yaptığım için inanılmaz mutluyum! Covid-19 korunma yollarına dikkat ederek gerçekleştirdiğim bu Güneydoğu Seyahati, diyebilirim ki beni olağanüstü etkiliyor. Medeniyetin, insanlığın, dünyanın beşiğine yolculuk yapmış gibi hissediyorum. Meğer her şey burada başlamış. Ve ben bunları keşfetmek için geç bile kalmışım! Geç kaldığım başka rotalarda görüşmek dileğiyle...

827 görüntüleme6 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

6 komentara


bilsec
13. pro 2020.

çook güzel..

Sviđa mi se
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
07. ožu 2021.
Odgovor upućen

Teşekkür ederim

Sviđa mi se

alp_gunalp
13. pro 2020.

Dünyanın sekizinci harikası ve Kainat güzelini aynı karede gören tek şanslı ben miyim yoksa ?

Sviđa mi se
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
07. ožu 2021.
Odgovor upućen

İlahi ☺️

Sviđa mi se

hicrankaymaz
hicrankaymaz
12. pro 2020.

Kendimi bir an Mardin de hissetim😊kaleminize sağlık👏🏻👏🏻

Sviđa mi se
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
07. ožu 2021.
Odgovor upućen

Çok teşekkür ederim ☺️

Sviđa mi se
bottom of page