İşte yeni bir yolculuk daha başlıyor. Heyecandan uyunamamış gecenin sabahında, geç kalınmış uçağa zor bela kendimi kabul ettiriyorum. Biliyorum orada beni bekleyen çok güzel sürprizler var. Beş dakika ile bunları kaçırmış olamam, olmamalıyım. Daha uçakta başlıyor peşi sıra denk gelmişlikler, cuk oturmuşluklar. Acil çıkışta olunca yerim, rahat rahat uzatıyorum bacaklarımı. Ardı sıra gelen kahvaltı ve kahvemle de keyfime diyecek yok. Ve Ercan Havalimanı; Lefkoşa'ya yakın, Bafra bölgesine uzak...
Araba kiralamayı düşünmüş hatta ödemeyi havaalanında yapmak üzere anlaşmış, kiralamıştım bile. Son dakika gelen güzel bir haberle sevdiğim arkadaşımın arkadaşları, bana acımış olacak ki, sağ tarafta olan direksiyon ve sol taraftan işleyen trafik stresine beni maruz bırakmadan , havaalanından almayı uygun gördüler.
Ve araca oturup ilk şaşkınlığım geçtikten sonra ver elini Girne! Dağ yolunu tercih eden güzel insana teşekkür edip manzaranın tadını çıkarıyorum. Kasım sonu olmasına rağmen muhteşem bir hava var. Ve karşımızda Beş Parmak Dağları.
Gerçekten ele benzeyen dağın görüntüsünü hayretle seyredip bol bol temiz havayı ciğerlerimize çektikten sonra Girne'nin eski limanına doğru yol alıyoruz. Tarihi çok eskilere dayanan güzel marinada yemek yiyip, bir şeyler içebileceğimiz güzel restoranlar var elbette.
Ama ben hemen yanındaki Girne Kalesini merak ediyorum. Yapımı M.S. 7. yüzyıla dayanan kalenin inşaası Bizanslılara ait. Yüzyıllar boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış kale, Akdeniz'in mavi sularına açılan liman konumuyla ve kültürel dokusuyla çok daha cezbedici hale geliyor. Adeta açık hava müzesini andıran yapıda hem Bizans, hem de Venedik, Osmanlı ve İngiliz medeniyetlerine ait izler görmek mümkün.
Benimse en çok dikkatimi çeken iki bölüm var.
Birincisi, 2300 yıllık geminin sergilendiği Batık Gemi Müzesi.
İkincisi ise M.Ö. adada yaşam olduğuna dair eski çağlara ait ve kullanılan malzemelerin olduğu vitrin. İki kısım da çok etkileyici. Zaten tarihten ve kalıntılardan etkilenmemek mümkün mü? O döneme ait küpe, kolye, bileklik gibi takıların sergilendiği vitrinde çok zaman harcayıp hayallere dalmış olabilirim. Kimlerin hangi duygularla ne hissederek eşine bunları yaptığı, verdiği, nasıl iletişim kurup ne diyerek elini uzatıp hediyesini taktim ettiğini puslu bir ekranda görmeye çalışmış da olabilirim.
Acaba cinsiyetler arasında yine aynı beklentiler, romantizm ve sorumluluklar var mıydı? Yoksa eşitlikçi ve komünal yaşama sahip avcı toplayıcı toplumlar gibi kabile şeklinde mi yaşıyorlardı? Neyse kafamda deli sorular ile ayrılıyoruz kaleden ve müzelerden.
Bellapais adında, sık sık duyup övgüsüne maruz kaldığım bölgeye doğru çeviriyoruz rotamızı.
Aslında Beyler Beyi anlamına gelen bu köy, manastırı ile ünlü.
M.S. 1200 lü yıllarda Augustine keşişleri tarafından yapılmış olan bu manastır, sahillere hükmeden konumu ve dağ manzarasıyla, Beşparmak dağlarının eteğinde yer alır.
Arabadan iner inmez, mevsim kış olmasına rağmen, ilkbaharmış gibi açmış olan o çiçeklerin mis gibi kokusu ve kokuya eşlik eden Akdeniz manzarası beni baştan çıkarmaya yetiyor. Ne manastır ne de tarihi ilgilendiriyordu bundan sonra beni. Şöyle şık bir restoranda bu kartpostal görüntüsüne karşı eşsiz bir yemekti aklımda olan. Nitekim öyle de yaptık. Yöreye özgü şeftali kebabıyla şarap yudumlayıp yine hayattan bir an çaldığımı düşleyerek gülümsedim.
Bir de o sıcacık, minik tırnak ekmeği ile çakızdes zeytini yiyip, yağına banmak ayrı bir keyifliydi.
Dağ, deniz, çiçek manzaraları ile donatılmış bu yerden keyiften başım dönerek ayrılıyorum. Sanırım tekrar gelmeyi isteyebileceğim ender yerlerden biri olarak kalacak hafızamda.
Bundan sonra gitmek istediğimiz yer ise; Tarihi Tank ve Aziz Hilarion Kalesi. Kıbrıs'ın en temel ve Ortaçağ'a ait en etkileyici mimariye sahip olan kale, bir peri masalından çıkmış gibi duran mistik havası, bir çok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Çeşitli Disney çizgi filmlerinde resmedilen kuleler, kaledeki kulelerle büyük benzerlik gösterir. Özellikle '' Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'' filminde bu benzerlik daha çok ortaya çıkmıştır.
Ancak acı gerçek şu ki; dışarıdan gördüğümüz kaleyi içerden görme şansımız olmadı. Hatta kalenin önüne kadar gidip Tank'ı sorduğumuz görevlinin cevabı enteresan : '' Ne yapacaksınız Tank'ı? Bir şey yok ki orada! Tank işte. Hem çok uzak, yolu kötü, gidemezsiniz.'' Bu sözleri bizi daha çok kamçılamış olacak ki, inatla gitmeye karar verdik. Beşparmak dağının eteklerinde başlayan yolculuk, kıvrıla kıvrıla dağın yamaçlarına doğru ilerliyordu. Yolun dar ve kıvrımlı olmasının yanı sıra trafiğin de soldan işlemesi daha da zorlaştırıyordu bu yolculuğu. Ama pes etmedik, şarkılar ve manzaralar eşliğinde ulaştık hedefimize.
1974 Kıbrıs Barış Harekatında buraya çıkarılan tank, bir daha indirilememiştir. Tank hala o dağın zirvesindedir. Görenleri buraya nasıl çıkarılmış olduğuna hayran ve şaşkın bırakarak da durmaya devam edecektir.
Otele dönerken bastıran yağmur, beni daha çok mutlu ediyor. Gündüz yüzünü göstermişti ya Güneş, artık yağsındı istediği kadar Yağmur.
Yoğun bir TIP Eğitimi ile geçen ertesi günü atlayarak bir sonraki günün sabahına gelmek istiyorum. Koskoca bir yaz tatili geçti, hem de bir değil onlarca yaz geçti ve ben hayatımda ilk kez sabah gün doğarken denize giriyorum. Üstelik aylardan Kasım ve ertesi gün 1 Aralık. Bu tarihte suyun sıcaklığının bu denli ılık oluşu beni ziyadesiyle mutlu ediyor.
Yüzümü doğan güneşe dönüp, karanlıkları arkada bırakarak hafiflemiş bedenimi ileriye, daha ileriye taşımak ne denli keyifli! Nasıl mutlu hissettiriyor kızıl güneşin ışığında suyun kaldırma kuvveti. Hafifliyorsun! Bedeninle birlikte, kalbindeki ve beynindekiler de hafifliyor. Bir salınmışlık, bir uçma hissi aslında...
Beni ilk gün havaalanından alan arkadaşım, otelden de alma nezaketi gösteriyor. Lefkoşa'yı transit geçip eksik bıraktığımız Mavi Köşk'ü ziyaret ediyoruz.
Köşk' ü , İtalyan asıllı Rum olan Paulo Pavlides 1957 yılında yaptırmış. Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarius'un avukatıdır. Aslında avukatlık mesleğini, yaptığı yasadışı işler ve silah ticaretini gizlemek için kullanmıştır. Köşk'ü her tarafa hakim mevkiye yaptırarak da burayı silah dağıtım noktası olarak kullanmıştır. Evin içinde hem ilginç bir mimari, hem sanatsal çalışmalar hem de dinî yapılar mevcuttur. Hayranlıkla gezdiğim Köşk'ün deniz manzarasına ve bahçesine bayıldım.
E tabi, göz şeklindeki, arkanızı dönerek, sağ elinizle sol omzunuzun üzerinden atılan dilek havuzuna paramı attım. Ve dileğin kabul olunduğuna delalet olan Tura'yı da gördükten sonra Girne'nin gece hayatına doğru akalım bakalım.
Aman Allahım, o nasıl bir meyhane kültürüdür öyle!
Onlarca meze çeşidi de ne oluyor? Arkası kesilmeyen ara sıcaklar ve etler! Yok ben sayamadım! Ama 30-40 çeşit yiyeceği gördükten sonra ben pes ediyorum. Buna ne mide ne yürek dayanır. Gözlerimiz bayram ederken, yöresel oyun havaları ile coşuyoruz elbette. Belki pistleri biz doldurmuş, orayı da terk etmemişizdir. Bu yüzden de belki mezeleri yemeye vakit bulamamışızdır.
Ancak muhteşem geçmiş gecenin sabahında Dalış Ekibinin sezon sonu mangal partisine denk gelmiş olmak büyük sürpriz oldu benim için. Partinin yapıldığı alanın güzelliği ise cabası.
Güneşli bir günde harika insanlarla tanışmış olmaktan ayrıca çok mutluyum. Yani şöyle bir düşünüyorum da Kıbrıs'a sadece otel tatiline gelen, hiç buraya geldim demesin. Ve bana göre bilinenin aksine kumar, tatil ve denizden oluşmuyor bu Ada; dostluk, samimiyet, Güleryüz ile leziz yemek kültürü ve muhteşem manzaraları olan tarihî yapılardan meydana geliyor. En azından Kıbrıs denince benim aklıma gelecek olan bunlar...
#kıbrıs #girne #maviköşk #bellapais #hilarionkalesi #tarihitank #girnekalesi #batıkgemimüzesi #çakızdeszeytini #meyhane #diveshack
Nuray hanım sizi tebrik ediyorum. Gittiniz yerleri dolu dolu yaşıyorsunuz. Bakmak ve görmek arasındaki farklar gibi... ben gittiğim yerlere sadece bakıyormuşum bunu fark ettim. Kafamda canlanıyor ama sizin gözünüzden görmek, yüreğinizden dilemek daha güzel. Şimdi sıra neresi var?
Gezdiğin yerleri anlatış tarzına bayıldım...
Seyahatinizi çok beğendim, Kıbrıs çok güzel bir ada, insanları ile, doğası ile, gezilecek görülecek tarihi yerleri ile, meyhaneleri ile .... Çok güzel yazmışsınız, ellerinize sağlık....
Yüreğinizin götürdüğü yere gidin.İnsan, insan olma yolculuğunda.Ve yollar yolcusunu çağırıyor. Yolunuz açık olsun.
Canım kıbrısı, güzel bir anlatımla yeniden gezmek ne hoş :) ellerine dillerine sağlık güzel hatun :)