top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

Göcek koylarında yüzmek mi, Babadağ'dan paraşütle atlamak mı?

- Soldan sanırım, dur bir saniye, hayır hayır sağdan, yoksa 200 metre düz gidip sonra mı sola dönecektik? Of ya ne diyor bu navigasyon? Bir türlü anlamıyorum! Yine yapacağını yaptı...

- Bence birine sorabiliriz.

- Evet evet, en iyisi birisine sormak.

Uzunca bir süredir Dalaman‘ın ücra köşelerinin sokaklarında, bir sola bir sağa dönerek dolaşıp duruyorduk. Ve bu tenha sokaklarda ilk gördüğümüz arabayı durdurup rotayı sormak için camı açmamızla, daha sabah aracı kiraladığımız kişiyle karşılaşmamız bir oluyor. Karşılıklı yaşadığımız şaşkınlık ve kahkahalardan sonra o kadar saçma bir yere geldiğimizi öğreniyoruz ki tarif etmek zor olacağından, doğru yola aracıyla çıkartıyor bizi bu araç kiralama şirketinin çalışanı. Bundan sonra tek yapmamız gereken dar ve inişli çıkışlı olan bu köy yolunu takip etmek. Doğru yolda mıyız kaygısını hiç kaybetmeden devam ediyoruz yola iki kadın ve iki çocuk! Son ses müziğimiz ve koyu bulma heyecanımız da hep yanı başımızda.



Birkaç kilometre daha ilerlediğimizde ise o muhteşem manzara ile karşılaşıyoruz; mavinin en güzel tonları, yeşile ne de güzel yakışmış. Turkuaza çalan tertemiz berrak suyu o altın sarısı kumsalla ne de güzel kaynaşmış. Hele uzaklardaki dağların korumacı içgüdüsü; sıra sıra, koyu maviyi çevrelerken, açık maviye doğru uzanışı...



Ah yine aynı his... Durup bu doyumsuz tabloyu yüzümde tatlı bir tebessümle izleyip o mis gibi temiz havasını çekerken ciğerlerime, cennet ülkemin güzelliklerini keşfetmek için bazen geç kaldığımı düşündüren o his... Ve sanki bazılarını göremeden göçüp gitme korkusu...


Derken nihayet bu düşünceyi dağıtıp, aylardır sayıkladığım Sarsala koyunu görebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Pek fazla ziyaretçi akınına uğramayan bu koy, tek bir işletme ve tertemiz deniziyle bakir kalmayı başarabilmiş ender koylardan biri. Bol bol yüzdüğümüz, harita şeklinde yandığımız ve oğlumun, ayaklarımı serin sularla yıkayıp beni şımarttığı bu günden geriye ise bir kaç muhteşem görüntü kalıyor.



İki yıldır severek kaldığımız, sahibinin güler yüzüne ve ilgisine vurulduğumuz, Göcek'teki adresimiz diyebileceğimiz, otelimize geri dönüyoruz. Gündüz kadar akşamlarını de çok sevdiğimiz bu Akdeniz kasabasının renkli sokaklarını gezip, en sonunda açlığımızı çorba içerek gidermeye karar vermiş olmak ise ayrı bir muamma!



Yorgun bedenlerimizi, serin çarşaflarda dinlendirdikten sonra Göcek'in başka bir vazgeçilmezine ;tekne turuna uyanıyoruz ertesi sabah. Bu güzelim kasabanın mis kokulu sakin sokaklarında, huzurlu karelerle güne başlamak ise gerçekten ayrı bir mutluluk sebebi. Bakmaya doyamadığım kahvaltıcı ve akşama kesin burada yiyelim dediğim, deniz kenarındaki restoranın görüntüsü şahane!




Gün içinde ise her biri, birbirinden güzel, birbirinden temiz o şahane koylarda yüzmenin tadı ise hiçbir yerde yok. Su sıcaklığının da ideal olduğu bu maviliklerde dinlenmemek elde değil.


Beynin, gerçeği algılama şeklinin bile değiştiği bu günübirlik gezide, büyük şehrin tüm olumsuzluklarından kurtulmuş olmanın hazzı paha biçilmez! Ve dünya, işte böyle yerler sayesinde yaşanılası bir cennet dedirtiyor insana...


Oğlumun da çok keyif aldığı bu koyları, tekrar ziyaret etme hayaliyle anacağız...




Leziz sarımsak soslu balığı ve güler yüzlü, ilgili misafirperverlikleri ile gönlümüzü kazanıp, tekrar tekrar ziyaret ettiğimiz bir aile işletmesi olan Aviva Yachting ekibine sonsuz teşekkürlerimizle veda ederek bu sefer çorba değil de görkemli bir Akdeniz Sofrası hayaliyle gece için hazırlanıyoruz.

Ve hayal ettiğimden de güzel başlıyor gece; o muazzam Akdeniz mezeleri ve otantik ezgilerle... En sevdiğim meze olan levrek marinin tadı ise muhteşem. Hala, bir balık nasıl olur da, ateşe maruz kalmadan, limonla bu kadar leziz olur, çözmüş değilim! Sıcak ot tabağı, deniz börülcesi ve zeytinyağlı enginar... Ana yemek olarak çok tercih etmesem de efsane meze oluyor bu sebzeler. Sofranın coşkusu bir yana, üç aydır göremediğim oğlumun varlığı ve güzel dostumun muhabbeti, samimiyeti, keyfime keyif katıyor. İşte böyle olmalı hayat ; bir Temmuz akşamı, ılık meltem eşliğinde, anason kokusunda, sevdiklerinin varlığı ve bir dost sohbeti ile bu güzel günlere kalkmalı kadehler!



İlerleyen saatlerde, tam çakırkeyif olunmuşken, aniden gelen bir fikirle telefona sarılıyor eller. Yapılan minik bir konuşmanın ardından ertesi günün planı belli oluyor; yamaç paraşütü...

Huzuru, adrenaline çevirmeye niyetli olan bizler, yarını zor ediyoruz. Kuvvetli bir kahvaltının ardından düşüyoruz Fethiye ve Ölüdeniz yollarına. Emanet bir araba ile bilmediğim yollarda tanıdık bir heyecana doğru... Yaklaştıkça artıyor kalp atışlarım! İlkinde çok anlayamamışım aslında ama şimdi ikinci kez neyle karşılaşacağımı bilmek biraz da ürkütüyor beni. Paraşüt ekibiyle, Babadağ'ın sarp yokuşlarını tırmandıkça rakımla beraber yükseliyor adrenalin...



Antik çağlardan kalan Kragos, şu an bilinen adıyla Babadağ, Toroslar’ın batıdaki uzantısı aslında. Dünyada sadece iki yerde, 1500 rakımların üzerinde yetişen mavi Sedir ormanını ve olağanüstü zengin florası ile bir çok bitkiye ev sahipliği yapan bu önemli bitki alanını görmek, bulunmaz bir an.

Küçük minibüs, gazı kesip park edince, kalp atışlarım daha da yükseliyor. Hele de o doyumsuz manzaraya bakıp az sonra buradan uçacağımı düşününce, içimdeki kelebekler daha da bir coşuyor. Demek ki neymiş; bazen deneyimler insanı korkutuyor, bilinmezlik ise çok daha iyi dedirtiyor...


Yapılan hazırlıkların ardından işte o an geliyor. O muazzam boşluğa doğru koşma anı... Sadece birkaç saniye süren o minik an, ömre bedel! Bir an, boşluktan aşağı düşecekmiş gibi hissedip kendimizi oturur pozisyonda, bulutların altında süzülüyor olarak bulmak ise sürpriz bir eğlence gibi. Derin bir oh çektikten sonra artık gökyüzünün ve rüzgârın tadını çıkartabilirim.



Paraşütçünün, iki kere kontrolü kaybettik şakası da olmasaydı çok huzurlu bile diyebilirdim.





Onun yerine eğlenceli ve aksiyon dolu diyerek, güvenli bir inişle ayaklarım çimlere dediğinde, bunu bir kez daha yapmış olmama inanamayarak koşar adım oğluma sarılıyorum. Sanırım hala hayatta olduğum için duyduğum bir şükür anı, bu!

Günün geri kalanında ise kendimizi Ölüdeniz'in, sırtını güvenle Babadağ'a yaslamış maviliklerine bırakıyoruz.



Fethiye-Göcek arasında irili ufaklı bir çok şirin koyun olduğu bu bölgede bulunmanın, güneşlenmenin, denizin, güneşi batırırken soğuk biramızı yudumlamanın keyfine varıyoruz.



Kâh kızgın kumlardan serin sulara atlıyor, kâh dalgalarla boğuşup eğlencenin dibine vuruyoruz.



Kıyıda oturup, şöyle ufka uzun uzun bakınca, kızıl ışığın altında gördüğüm manzara her ne kadar beni mesut etse de, asıl mutluluğun sevdiklerimizin varlığıyla, sağlıklı ve özgür bir geleceği hissedebilmek diye düşünüyorum yeniden...




Uzun bir ayrılığın ardından oğlumla hasretin acısını çıkartmak için geldiğimiz bu ilk duraktan, doyasıya eğlendiğimiz ve geleceğe bir çok güzel anı bıraktığımız, tatlı bir huzur ile ayrılıyoruz. Sırada yeni maceralar var elbette. Bizi bekleyen bu yeni seyahatlerde ve yazılarda buluşmak dileğiyle.... Sevgiyle kalın...



580 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


yukselserkan
Feb 13, 2021

Soğuk bir kış gününde Göcek yazınızı okuyarak içim adeta temmuz oldu.. Gerçekte olmasa da hayalimde gezdim okurken..Fotoğraflarda oldukça başarılı. Elinize yüreğinize sağlık..👏🏻👏🏻👏🏻

Like
bottom of page