Tam üç yıl öncesine dayanan bir hayal benimkisi. Tren bileti için günlerce, haftalarca sabah erken saatlerde kalkılmış. TCDD'nin o gün açılan 30 gün sonraki yataklı kuşetler için bilet kovalanmış. Ama bir türlü mutlu sona ulaşılamamıştı. Ve nihayet bu rüya bir şekilde gerçek oluyordu. Üstelik öyle bir zamandaki eski yılın son ve yeni yılın ilk günleri bu yolculukta geçecekti
Eveet, şimdi hazırlıkları kontrol etme zamanı:
- Kompartman camını süslemek için ışıklı ve ışıksız kar taneleri
- Kırmızı kupam
- Şarap kadehlerim (Olmazsa olmazlarım)
- Sunum tabağı
- Piti kareli kırmızı masa örtüsü
- Meyve
- Kuruyemiş
- Şarap
- Kırmızılı battaniyem
- Yastık kılıfı
- Işıklı kar kürem
- Kırmızı güzel bir pijama ya da gecelik
- Süslü çoraplar ( En önemlisi)
Ritüellerin hepsini gerçekleştirebilmek için her şey işte.
Doğu Ekspresi treni Ankara'dan saat 18:00'da kalkıyor. Ve biz İstanbul'da olduğumuza göre, önce Ankara'ya bir çok ulaşım yollarından biri olan otobüsü seçip vaktinde Gar'da bulunup, heyecanlı yolculuğumuzun başlangıç noktasında hazır bekliyoruz.
Nostaljik Tren bizimkisi. Yani istasyonlarda en fazla beş ile on dakika durup geçecek. Turistik trende olduğu gibi bazı illeri gezmek için iki , üç saatlik molalar yok. Benim tercihim bu yöndeydi. 26 saat duraksız devam eden tren yolculuğunun sonuna kadar, bölünmeden, ara vermeden tadına varmaktı amaç. Ve elimizden geldiğince trende yapılabilecek tüm atraksiyonları gerçekleştirmek. Hani şu hayalini kurduğum tüm keyifleri yaşamak...
Uzun zamandır beklediğim bir gün, bu gün! Öyle geçiştirmek yoook. ''Hadi binelim, gidelim.'' demek hiç yok. Şöyle boylu boyunca uzanan bu raylar kraliçesini dışarıdan bir inceleyelim. Nazlı nazlı süzülüşünü içeriden göreceğiz nasılsa, bir de dışarıdan da hissedelim, dokunalım o soğuk metaline. O soğuğu dışarda bırakıp içeriyi sıcacık tutan vagonun demirine.
Sonra adım atalım bakalım basamaklarına. Şöyle bir dolaşalım içini. Küçücük, minicik, içi dolu turşucuk misali pek sevimli bir kompartman. Görüntüsü şahane. Biraz da bizim elimiz değerse muazzam olur. Ahh be, bir de tren yavaş yavaş hareket edip, istasyondan ayrılırken, düdüğünü öttürdü ya ben de camdan başımı uzatıp elimi sallayarak veda edebilseydim; o hiç tanımadığım geride kalan insanlara...
Hiç olmazsa cam kenarına oturup anı doyasıya yaşamak istiyorum.
Tüm heyecanlı bakışların etraftan çekilip, koşuşturmaların durakladığı, gürültünün azaldığı ana kadar bekleyip, yavaş yavaş ortama da alışıp yerimizi sahiplenince çıkartalım artık getirdiklerimizi. Özene bezene yerleştirelim masamızı, süsleyelim camımızı. Ve kadehlerimizi bu güzel ve özel an için kaldıralım.
Bu minik odada, açılıp kapanabilen dört adet yatak ve ortada minik bir masa var.
Her vagonun başında ve sonunda bir tuvalet bulunuyor. Yolculuğun başında gayet temiz olan bu umumi kullanım alanları, saatler geçtikçe aynı hijyeni sağlamayabilir.
Kısa mesafeler arasında seyahat edenler için de koltuklu vagonlar mevcut.
Ve bu vagonlar ile bizimkisi arasında da restoran amaçlı bir vagon bulunuyor. İnanılmaz keyifli ve rahat bir yer burası. Küçük atıştırmalıkların, çay , kahvenin satıldığı, ana yemek de bulabileceğiniz bir kafe-restoran.
Aynı zamanda bir çok camının yan yana bulunduğu bu aydınlık alanda, manzaranın güzelliğine hayran hayran bakarak yolculuk etmek çok da keyifli.
Karlı dağlara dalıp giderken gözlerimiz, bir çok görkemli rüyalarla süsleniyor hayallerimiz. Mevsim kışsa, renkler beyazsa, sarıysa daha da canlanıp hayat buluyor umutlarımız. Vakit akşamsa, kandiller yandıysa daha bir otantik, nostaljik oluyor odamız. Renkler ısınıyor, sohbetler derinleşiyor. Açılıyor gönül maceralarımız, fikir kargaşalarımız. Neler olup bitmiş önemli değil o an, o tatlı ambiyansta değer kazanıyor yaşadıklarımız. Ve en nihayetinde baş tacı oluyor kazanımlarımız. Belki de en önemlisi yitip gidecek ve tekrarı olmayacak olan bu zamanlarımız.
Tren daha hareket etmeden, kondüktörün verdiği temiz çarşaflarımızı, gecenin bu ilerleyen saatinde anca serip uzanıyoruz yataklarımıza. Keyif sarhoşu bir halde başımız pencerenin yanında, kaloriferin sıcağı burnumuzun dibinde, karanlık geceyi aydınlatan o mum ışığında yıldızları izleyerek derin bir uykuya dalıyorum. Makas ve ray geçişlerinde trenin çıkardığı o ek salınma sesi benim için mükemmel bir melodi. Hele bir de ara ara düdüğü de dile gelip şarkı söylüyor ya... Enfes...
Sabahın ilk ışıklarıyla aralanıyor gözlerim. Bulunduğum yerden onları sadece açmak, yetiyor ardı sıra dizilen muhteşem manzaraları görmeye. Yattığım yerden dışarıyı izleyerek yolculuk etmek, tarifi zor bir keyif.
Hiç bitmesin istiyorum bu yolculuk, menzile hiç varmayalım, hiç görmeyelim yolun sonunu, seyahat halinde kalalım böyle.
Merak ettiğim o Çıldır Gölünün buz tutmuş halini de, kızağa binme serüvenini de, orada tutulup yenilen sarı balığın, Kars balının kaşarının tadını da, 22 Medeniyete başkentlik yapmış, İpek yolunun Anadolu'ya giriş kapısı olan Ani Antik Kentini de, Kars Kalesini, O Rus mimarisi binalarını sokaklarını da, Kafkas ekiplerinin dansını, aşık atışmalarını da , her şeyi ama her şeyi hayal edeyim. Hayal ederken heyecanlanayım...
Zaten sevgiliyi de güzel yapan bu özlem, bu kavuşma hayali değil mi? Onun gibi işte! Orada olduğunu bilmek, kavuşma anını istemek, ona giden yolda heyecan duymak. Varacağını bildiğin durağı beklemek, beklerken düşlemek... Özetle yolda olmak...
Ne demiş bununla ilgili Baron Eduart-Jean Epain, '' Mutluluk varılacak yer değil, yolculuğun kendisidir.'' O zaman başka yolculuklarda görüşmek dileğiyle...
Emeğine, yüreğine, kalemine sağlık.
Evet hocam yine muhteşem tasvirlerle keyifli bir yazı olmuş. Her zamanki gibi sadece görmemiş o şehri yaşamışsınız. Ne mutlu size keyifle dünyayı geziyorsunuz. Bakalım Meraklı, Heyecanlı ve Seyyah hocamızın yeni durağı neresi? Biz de Merak ediyoruz... Ağzınıza yüreğinize sağlık.
Doğu eksp. bin miş kadar olduk gerçekten.
Ayrıca bu güzel yolculuğu ve alıp bizlerle paylaştığınız güzel peynir içinde teşekkürler.
Bu kadarmi guzel mi anlatilir.Harika otesi olmus arkadas.🤗🤗🤗