top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

Bir kış masalı İsviçre; Cenevre...

Tek başına uzaklara gitmek mi? Dilini, kültürünü, coğrafyasını bilmediğin bir ülkeye! Çocukken izlediğin o Heidi'nin Alpleri'ne mi? O bembeyaz karlı dağlara... Bir kış masalına, uzaklara; çook uzaklara...



Üstelik , ilk defa bir hostelde kalınacak; kimlerle , nasıl, ne şekilde uyunacak? Nasıl anlaşılacak? Birçok bilinmeyenli denklem. Yok yok, bu, kesinlikle bambaşka bir seyahat. Bu hepsinden farklı. Benim için büyük bir adım. Atladığımda her şey çok daha kolay ve güzel olacak.

Yolculuktan önce son 3 gece kalp atışlarımdan dolayı kesinlikle uyuyamıyorum. Bu heyecan hiç normal değil. Beni bekleyen başka sürprizler mi var? Nedir bu heyecan? Anlatmak mümkün değil.

Özenerek hazırlanıyorum ve vaktinden çok önce havaalanında oluyorum. Her şey olması gerektiği gibi ve uçağa alınıyoruz. Koltuk numaram 7-C . Yani koridor. Kapalı alan korkum için bu en ferahlatıcı yer. O da ne yerimde biri oturuyor! Beni görünce, ben daha ağzımı açmadan geçiyor orta taraftaki yerine. Sonra 7-A'nın sahibi geliyor. Genç ve güzel bir kadın. 7-B ile birlikte kalkıp yol veriyoruz. Ve bir ilginç durum daha; yanımda oturan iki arkadaşım da Türk. Ama nasıl olur? Biz İsviçre'ye, Cenevre'ye gitmiyor muyuz? Bu ne tesadüf böyle. 7-A Lozan'da, 7-B de Cenevre'de yaşıyormuş. Rehber niteliğindeki bu insanlarla karşılaşmış olmaktan olabildiğince mutlu, yol boyu minnet duygusuyla keyifli bir sohbetin içinde buluyorum kendimi. Üç saatlik yolculuk bir çırpıda geçiyor böylece. Ve nihayet Cenevre!



Her ne kadar navigasyona, internete ve yabancı dilime güvensem de bir yol gösterenin olması büyük şans. O yüzden mutlu olduğumu tekrar söylemeliyim.

Beklediğimin aksine güneşli bir hava karşılıyor bizi ve zamanın iki saat önüne geçtiğimize göre bunu fırsat bilip gün ışığında çiçekli saati, Jet d'aue ve Katedrali görebiliriz demektir.

Planda, önce çiçekli saat var. İsviçre zaten saatleri ile ünlü bir ülke . Bunun sebebinin altında yüzyıllık bilgi birikimi ve azim dolu tarih yatmaktadır. Bugün , tüm lüks saatlerin yarısından fazlası bu ülkede üretilmekte. Bunu simgelemek için de şehrin ortasına kocaman bir saat yapmışlar. İngiliz bahçesinde ve Leman Gölü kenarında yer alan bu saat, her mevsim farklı çiçeklerle süslenip bezeniyor. Rengarenk görüntüler sergileyen bu yapının belki de en sade haline denk geliyorum ben. Ama mevsimin kış, aylardan Aralık olduğunu düşünürsek, bu normal bir görüntü sanırım.



Yine de burada bulunuyor olmaktan ve güneşli bir güne denk gelmiş bulunmaktan çok keyifliyim. Ehh keyfimiz yerindeyse Cenevre Gölünün kıyısında yürüyelim biraz. Leman Gölü olarak da bilinen bu büyük Tatlısu, İsviçre ve Fransa arasında bölünmüş durumda. Ve etrafında başlıca Cenevre, Lozan ve Montrö şehirleri bulunmakta. Gölün dağlarla bütünleşmiş manzarasının yanı sıra Cenevre şehrinin nerdeyse her yerinden görünen Jet D'aue ile enfes bir görüntü sergiliyor.


500 litre suyu 140 metre yükseğe çıkarabilen bu fıskiye şehre muazzam bir hava katıyor. Su taneciklerinin gün ışığında kırılmasıyla oluşan gökkuşağı benzeri renkler beni benden alıyor.



Derin nefes alıp, dış seslere de kendimi kapatıp daha yoğun dinliyorum suyun fışkırma, taşma ve dökülme sesini. Kanat ve yüzgeç sesleri ile bütünleşiyor senfoni. Kuş sesi ekleniyor sonra. Daha da güzelleşiyor melodi. Senkronize uçuşlar izliyorum kuğulara, ördeklere ve martılara ait; dansvari. Gerçekten bu kadar mı olağanüstü , bu ses ve görüntü birleşimi? Belki de bu gördüğüm sadece muhteşem kokuların beynimde uyandırdığı bir algı yanılsaması?



Durum her ne ise zamanın 2 saat ötesine geçmiş olmanın verdiği keyifle anın tadını çıkarıyorum, aldığım her nefesi hissederek. Ve gün batımını, şehrin en yüksek noktasından izlemeye karar veriyorum.


St. Pierre Katedrali; yapımı 16. yüzyıla dayanan gotik mimariye sahip bu yapı, yaklaştıkça heybetiyle beni kendine hayran bırakıyor. Başımı kaldırmak yetmiyor tepesindeki kuleyi görmek için, biraz da arkaya atmam gerekiyor. Ağır demir kapıyı tüm gücümle çekerek açıyorum. İçerde hoş bir melodi ve tütsü kokusu karşılıyor beni.


Kuleye çıkmak için biletimi de aldıktan sonra uzun arayışlar sonunda merdiven girişini buluyorum. Dar ve sık basamakları hızlı hızlı çıkmaya başlıyorum. Kapalı alan korkum (Klostrofobi) da olduğundan giderek nefesim daralıp, kalp atışlarım hızlanıyor. Yüzüme doğru yükselen sıcaklığı hissedebiliyorum. Durup derin nefes alıyorum. Merdivenlerin sonunda kavuşacağım manzarayı hayal edip nefesimi kontrol altına alıp devam ediyorum tırmanmaya. Düşündüğümden uzun sürdüğünü, ortamın da alacakaranlık olduğunu vurgulamalıyım. Neyse ki sabır ve azim her işin üstesinden geliyor. Cesareti de eklemem lazım ama. Kavuştuğum manzara her şeye değiyor.



Cenevre şehri, gölüyle, yaslandığı dağlarıyla ayaklarımın altında. İnsan düşünmeden edemiyor tabi. Yüzyıllar önce bu kadar yüksek yapılmış bu taş yığınına her gün nasıl ve niçin, kimler inip çıkıyor? Aslında ne konuşmalar fısıldaşıyor hala bu taş duvarların arasında?

Gelelim akşam yemeğine;


İsviçre'ye özgü fondü, ilk seçeneğimiz. Bir tür peynir eritmesi olan bunun içine ekmek batırılarak yeniyor. İkinci seçenek de raclette. Bu da peynir kızartması gibi bir şey. Süt ve süt ürünlerinin bol olduğu ülkeden de bu beklenirdi sanırım!


Racletteye bayıldım. Zira haşlanmış patates ile yeniyor. Fondü de fena değil, tabi keskin kokusuna dayanabilirseniz. İlk akşamda yediğim bu yoğun protein yüklemesinden sonraki dört gün boyunca neredeyse aç gezdim.

Gelelim odama, şu hostele...Farklı ülkelerden gelmiş, hiç tanımadığım kişilerle aynı havayı teneffüs edip aynı odada uyuma fikrine :)

Tüm giriş işlemlerini yaptıktan sonra heyecanla odama çıkıyorum elime tutuşturulan temiz nevresimlerle. Biri ranza olan üç yataklı odada beni Leatistia karşılıyor. Almanya'dan, burada bulunan Sudanlı arkadaşı ile buluşmak için gelmiş. Ve dört gün boyunca değişmeyen tek oda arkadaşım kendisi. Ranzanın üst tarafındaki yatağın bana ait olduğunu öğrenmek baştan canımı sıksa da, altımdaki yatağın misafiri üç kez değişince, bu duruma sevinmiş bile olabilirim. Kimsenin birbirini rahatsız etmediği, büyük bir hoşgörü ile paylaştığımız odanın da hostelin de çok temiz ve sıcak olduğunu da hatırlattıktan sonra ismini vermem daha doğru olacak; City Hostel Geneva. Üstelik merkezi bir konuma sahip olup, konaklama boyunca tüm toplu araçlarda geçerli ücretsiz bir kart da verilmiş olması muhteşem.

Ertesi gün şehrin doğusundaki 3 bölgeyi ziyaret etmek var planımda. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi, Kırık Sandalye Heykeli ve Kızılhaç-Kızılay Müzesi.



Mayın yapımını protesto etmek için yapılan devasa heykel, mayın yüzünden ayağını kaybetmiş insanları temsil ediyor aslında, hemen Birleşmiş Milletler karşısında olması da pek manidar.



Yağmurlu havaya aldırmadan yürüyorum. Ariana Cam Müzesini geçip, doğruca ilgi odağım olan Kızılhaç Müzesine yöneliyorum.



Kuruluşundan, amacına kadar bir çok temayı dört boyutlu görsellerle tanıtan müzeden çok etkileniyorum.



Telefon şeklindeki İngilizce rehber bana detaylı bir şekilde anlatıyor her ince ayrıntıyı.


Farklı bölümlerin olduğu müzede en çok eğlendiğim ve bir kez daha birlikten kuvvet doğar fikrine kapıldığım yer, büyük oyun masası oldu. Hiç tanımadığım 10-12 kişi ile aynı dili bile konuşamıyorduk. Buna rağmen Tsunami olan bir şehri kurtarmaya çalıştık. Bu oyunu bir kaç kez oynadık. Her seferinde bize tanınan sürede daha başarılı olduysak da sonunda büyük dalgalara yenik düştük. Ses, ışık ve görüntü efektleriyle yine üç boyutlu hareketli bir oyundu. Sınırların olmadığı bir dünyada tüm insanların yardımı hak ettiğini inanan kuruluş, benim ruhuma, karakterime ve kalbime çok iyi geliyor. Bizden kareler görmek de gurur verici.



İkinci günün akşamı, her sene farklı ülkede bulunmaktan keyif aldığım Noel Pazarına ayrılmış durumda.



O ışıl ışıl , rengarenk ışıkları, sıcak şarap kokusunu ve insana neşe veren eğlenceli müziklerini seviyorum. Farklı tatların da bulunduğu bu pazarlarda gezinmek, buram buram kek, kurabiye ve çikolata kokusu koklamak, gözüme hoş görünenleri de tatmak pek keyifli.



Hele de karşısında Luna Park varsa eğlencenin dozu artıyor. Ve evet yanımdaki güler yüzlü, espritüel, misafirperver arkadaşımla bu heyecanın dozunu arttırmak istiyoruz. Neden olmasın? Daha önce hiç denemediğim No Limit isimli bir park oyuncağına biniyoruz. Bir kaç dakika sonra da adrenalin başlıyor. Gecenin karanlığında, buz gibi havada, uzansak yıldızlara dokunacakmışız gibi bizi yukarı fırlattığı yetmiyormuş gibi bir de başımızı döndürecek kadar çeviriyor!

Hala inanamıyorum!

Yurt sınırları yetmedi, dar gelmiş olmalı ki sen kalk İsviçre'ye gel, Cenevre'de bir Lunaparkta, böyle bir aksiyon yaşa! Kesinlikle aklım başımda değil ama çok eğlenceli olduğu kesin!

Çığlık atan insanların hepsi, ağzını tutarak indiği oyuncaktan biz de başımız dönerek ayrılıyoruz. Gerçi benim başımı döndüren LunaPark mıydı, yoksa günlerdir gelmek için heyecanlandığım ülkenin güzelliği mi? Sıradağlar arasındaki su birikintisi miydi beni öforik yapan, yoksa beklenmedik sürprizlere gebe bu şehrin esrarengiz görüntüsü mü? Belki de zamandan arınmış olarak tarihi, siyasi, dini yapıların arasında özgürce dolaşmak etkilemiştir beni bu kadar? Gerçekten, neydi? Neydi beni benden alan böyle? O istediğim büyük adımı atmış olmak mı? Muhteşem manzaralara tanık olmak mı? Neydi kalbimin ritmini değiştiren? Neydi?








682 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Comments


yvzates25
Dec 27, 2019

Nuray hanım, Cenevre'ye bir program kapsamında gitmiştim. Cenevre'yi ben sadece görmüşüm siz yaşamışnız. Tasvirleriniz mükemmel olmuş. Ağzınıza yüreğinize sağlık.

Like

koylu1968
Dec 27, 2019

Cok heyacan katmissiniz Hocam yaziniza.Topal sandalye icerik olarak manidar ve duygulu geldi.

Like
bottom of page