Birbirine yakın bir gidişte üç yeri keşfetmenin hazzı bir başka... En sevdiğim morlar ülkesi Lavanta Tarlaları, merak ettiğim uzayın bir parçası Mars'ın yansıması Salda Gölü ve tarihi çok eski zamanlara dayanmasına rağmen bir bütün olarak korunabilmiş ender antik tiyatroya sahip Hierapolis Şehri. Hatta bir dördüncüsü, bir zamanlar şifa kaynağı ( ki hala öyle) Pamukkale Travertenleri.
Ya sen nasıl güzel bir yersin öyle? Seni ne güzel süslemişler! Her yerine ayrı bir konsept mi uygulamışlar?
En mükemmel halin, doğal halin aslında; morlara bürünmüş o cezbedici kokunla seni hissetmek, sana dokunmak, minik ara patikalarında yürümek ne muhteşem. Hele ki yanımda dayanılmaz yakışıklıkta, karşı koyamadığım, her mimiğini ayrı sevdiğim o centilmen erkek, canım oğlum varsa....:)
Onunla seni keşfetmek bambaşka!
Gerçi senin her halin güzel!
Salıncak kurulmuş, kapı dikilmiş, kağnı getirilmiş, bisiklet yerleştirilmiş... Her haline bayıldım. Ama en çok yalın halini sevdim senin. Hani şu makyajsız olan!
Meğerse senden hasat edilen ürünlerle ne çok şey yapılırmış; lavanta yağı, lavanta sabunu, lavanta lokumu, lavanta çayı, lavanta balı... Uzayıp giden bir liste. Yine benim en sevdiğim, bir süs meraklısı olarak elbette lavanta tacı ve lavanta buketi oldu.
Seni keşfetmek bu kadar zamanımı aldığı için üzgünüm! Ama sana bir iyilik yapıp, kimsenin bu kadar geç kalmaması için ismini fısıldayacağım tüm tanıdıklara.
LAVANTA KOKULU KÖY... Affedebilecek misin beni? Biraz da senden bahsedersem anlaşırız gibime geliyor. Öncelikle Lavantanın Isparta, Keçiborlu yöresinde başta Kuyucak olmak üzere Kuşçular ve Çukurören köylerinde yetiştiğini söylemeliyim.
Ve ilk kez, Gül tüccarı Zeki Konur tarafından 1975 yılında Fransa ziyareti sonrası bölgeye getirilmiştir. Önce hobi amaçlı başlayan ekim, 90'lı yıllarda ticari üretime dönmüştür. Haziran ayında çiçeklenmeye başlayan bitki, Temmuzun ilk 15 gününde maksimum rengine ve boyuna ulaşır. Ziyaret için en uygun zaman dilimi de işte bu vakitlerdir.
Her ne kadar ayrı düşmek zor gelse de bizi bekleyen bir başka güzelliğe yol almak gerek.
Dünyada benzerinin sadece bir yerde olduğu bu dünya dışı uzayımsı yapı, bir göktaşının düşerek üzerindeki kalıntıları da bırakarak şu an kil dediğimiz o grimsi yapıyı oluşturup Maldivlere benzer bir görüntü yaratmış.
Bize kalansa bu denli güzel bir görüntünün büyüleyiciliğine kapılıp hayran bir şekilde manzaranın tadını çıkartmak.
Şaşırtıcı olan son yıllara kadar pek bilinmeyen ve hatta civar köylerden bile rağbet görmeyen Salda Gölünün yeşilimsi harikulade ışığının yanı sıra kilinin de faydalı olduğu öğrenilip turist akınına uğramasıdır. Girişte kilin verdiği bir çamura batma hissinden sonra yüzmenin keyfine diyecek yok. Etrafında sadece derme çatma bir kafe ve soyunma kabini mevcut ki, bana göre yeterli. Doğal görünümünü bozacak herhangi bir taş yapının orada olmasını istemem. Zira böyle bir durumda şu anki görüntüsünden eser kalacağını düşünmüyorum. Hemen laf arasında o derme çatma kafede yediğim köfte ekmeğin tadının pek bir leziz ve fiyatının uygun olduğunu da söylemeliyim. Çok keyifli bir yer olup duş olmadığını da hatırlatmalıyım.
Ve oradan ayrılarak rotamızı Pamukkale'ye çevirelim. Aslında Pamukkale, Hierapolis şehrinin sınırları içerisinde kalmış bir traverten.
Hierapolis ise ismini, kesin olmamakla beraber Amazonların kraliçesi, aynı zamanda Bergama'nın kurucusu Telephus'un karısı Hiera'dan aldığı söylenir. Telephus bu şehri eşine duyduğu aşk için kurmuş. Ahh ne büyük aşk! Ya da şöyle mi demeliyim, Ey Aşk ! Sen nelere kadirsin! Şehirler kurdurduğun gibi şehirler yıktıracak savaşlara da büyük planların bozulmasına da sebep olursun! Ey AŞK! Yokluğun insanları bedbaht, varlığın kahruperişan eder! Yine de varol sen, en güzel, en nadide , en heyecanlı yanınla var ol.
Gelelim şehrin diğer adı ''Holly City'' yani Kutsal Kent olarak adlandırılmasının sebebine. Kentte bir çok tapınak ve dinsel yapının varlığı, aynı zamanda İsa'nın on iki havarisinden Aziz Philippus'un öldürüldüğü yer olması bu ismi almasına neden.
Antik kentte oğlumun dikkatini en çok Cehennem kapısı, Plutos Gate ve ya Ploutonion adıyla tanınan mağara ya da kara delik çekti. Karbondioksit gazının yoğun olduğu bu yerde hayvanlar , rahipler tarafından kurban ediliyormuş. Günümüzde bu gazın yoğunluğu nedeni ile kapanmış olan kapının bir zamanlar Tanrı Plouton ve eşi Pershope'nin hüküm sürdüğü yeraltı dünyasının giriş kapısı olarak nitelendiriliyormuş. Ve rivayete göre Hades'in bu ölüm geçidinden sağ çıkanların suçlarının affolunduğuna inanılıyormuş.
Bu tarihi kentte beni en çok şaşırtıp büyüleyen ise Antik Tiyatro; dediğim gibi bütünlüğünü koruyan tiyatro olması şöyle dursun, arka yoldaki patikadan çıkıp tiyatronun tam ortası ve en üst basamağından kendisine giriş yapınca karşılaştığım manzara! İç Anadolu'yu Akdeniz'le birleştiren Lykos Nehri Vadisi ayaklarımın altında, uçsuz bucaksız bir görüntü. Sonsuz mavinin yeşili örttüğü ufuk çizgisi bir harika. Sanırım bu en üst basamakta oturup saatlerce bu kareyi izleyip geçmişe yolculuk etmekten kendimi alamam. Hele bir de sahnenin bütünlüğünü, sütunların estetiğini ve arenanın duvarlarının yüksekliğini gördükçe bu tarihte yolculuk kaçınılmaz oluyor. Roma dönemindeki gladyatör karşılaşmaları burada da olmuş mudur? Ya entrikalar, gizli anlaşmalar, aşklar, dedikodular...Bu düşünceleri bir kenara bırakıp yine bir aşk uğruna yapılan antik havuza bir bakalım.
Romalı komutan Marcus Antonius'un Mısır Kraliçesi Kleopatra için yaptırdığı söylenen Kleopatra havuzu 7. yüzyılda yaşanan depremlerle yıkılmış, içinde tarihi sütun ve başlıklarla muhteşem bir görünüme sahip olmuştur. Bu 2000 yıllık tarihi eserlerle dolu havuzda yüzme isteğini dile getiren oğlumun elbette bu dileğini yerine getirdim. Ancak tek başına ,ebeveynsiz yüzmesine izin verilmeyen çocuğum için kendimi feda ettiğimi açıkça dile getirmeliyim. Kıyafetlerimle girdiğim bu havuzun su sıcaklığı her mevsim 36 derece olup, mineralli oluşundan soda tadında bir his bırakıyor insanın ağzında. Turist akınına uğrayan bu antik havuzda her dilden ve her dinden kültür kaynaşması yaşadıktan sonra dinlenmiş bir şekilde ayrılıyoruz.
Hierapolis girişleri için Müzekart geçerli olurken, antik havuz için bu durum söz konusu değil. Kişi başı girişin 50 TL olduğu havuzda öğrenci fiyatı 35 TL. Küçük bir not olarak; Bu turistik bölgedeki satılan her ürünün normal değerlerinin çok çok üstünde olduğunu da belirtmeliyiz. Bir suyun 1 Euro olduğunu düşünürsek sanırım bir dondurmaya 17 tl vermiş olmamız normal bir değer. Bu küşük paha bilgisinden sonra görüntüsüne hayran kaldığım Travertenlerden bahsedelim.
Kaynak sulardan ve teraslı tepelerden oluşan bu kar beyaz görüntünün oluşması 400 bin yıllık bir süreç. Bir zamanlar oteller inşa edilip bu manzara yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya gelmişti. Neyse ki bu otellerin kaldırılması ile doğa harikası bu yer eski beyazlığına kavuşmuştur. Ve elbette mitolojide yine bir aşk hikayesi var Pamukkale'nin. Yakışıklı Çoban Endymion'un ve Ay Tanrıçası Selen'in tam da bu yerde buluşması gibi...
Bu aşk hikayesi dolu, mitolojik, efsanevi yerden hem tarihi bilgilerimi arttırmış, hem şifalı sularda yüzmüş, hem de tadına doyamayacağım görsel şölen izlemiş olmanın verdiği keyifle ayrılıyorum. Başka rotalarda buluşmak dileğiyle...
çok güzel bir üslup, sanki yanınızda gibi 😍